İlahi Adalet



    Konu, konuşulan meseleleri herkesin kavrayacak düzeyde olmamasına gelince masanın etrafındakilere şöyle bir soru sordum. "İnsanlar arasındaki bu kavrayış seviyesi, Farabi'nin tabiriyle has ve amme olma durumu, kalıtsal bir durum mudur yoksa kişinin kendisi ve sosyal çevresi ile mi ilgilidir?" "Kalıtsal" cevabı üzerine de ikinci soruyu sorma ihtiyacı hissettim: "İmtihan dünyasındayız, imanımıza, imanımızın kalitesine ve amellerimize göre ödüllendireceğiz. Oysa dünyada sahip olduğumuz akıl ve anlayış  iman ve ibadet anlayışımızı farklılaştırıyor. Din ve Allah algısını belirli bir çerçeve içerisinde tutup halis bir imanla Allah'ın karşısına çıkan bir kişi ile ömrünü ve dünyasını dine feda etmiş, sorgulamış, cevap aramış, sorguladığı için imani tehlikelerle mücadele etmiş, dünyayı geride bırakmış, tasavvuf tabiriyle keşf kapıları kendisine açılmış birinin ahiretteki durumu nasıl olacak? Eğer kalıtsal olarak algılarının kapalı olması sebebiyle dar dairede halis bir iman yaşayan kişi ile algıları açık, tüm dünyasını terk etmiş bir kişi aynı mükafatı alacaksa bu durum dünya hayatını feda eden keşf ehli kişiye haksızlık olmaz mı? Çünkü o dünyasını Allah için terk etti, ilme vakıf oldu. Bütün bunları yaparken hem dünya zevklerinden vazgeçti hem de imani tehlikeler yaşadı. Oysa diğeri dünyasını yaşadı. Eğer keşf ehli daha yüksek bir makamla ödüllendirilirse bu durumda halis iman sahibine haksızlık olmaz mı? Onun "Allah'ım madem bu makamlar vardı, beni neden onu algılayacak şekilde yaratmadın?" diye sorma hakkı yok mudur?"

    Soru oldukça hassastı. Masanın etrafındakiler zihinlerinde bu sorunun açtığı boşluğu doldurmak isteyeceklerdi. Bunu çeşitli şekillerde yapabilirlerdi. "Ne saçma bir soru bu" diyerek işin altından çıkabilecekleri gibi cevap vermeye çalışabilirlerdi ki bu durum ilahi adalet üzerine fikir beyan etmeyi gerektirecekti. Mesele konuşuldu. Sorular soruları doğurdu ancak ortaya net bir cevap çıkmadı. Aklıma yanlış bir mecrada doğruyu arıyor olabileceğimiz geldi. Zira ilahi adalet üzerine sorulan bu soru ilk sorunun cevabına dayandırılarak sorulmuştu. İlk soru insanların anlayış farkı üzerine idi ve masalar bu farkın kalıtsal olduğunu söylemişti. İlk soruya verdiğimiz cevap yanlışsa ikinci ve daha tehlikeli bir soruyu sormanın ve tartışmanın bir anlamı yoktu. 

    Aynı masada farklı meseleler görüşmek isteyen kişiler ziyaretime gelince masa dağıldı. Ben de ziyarete gelen kişilerle görüşmeye başladım. Bu esnada mesai saati bitti. Herkes çekti gitti. En son çıkması gereken güvenlikçimizden telefonuma "ben çıkıyorum haberiniz olsun" diye mesaj geldi. Ancak benim ziyaretçilerle görüşmem bir saat daha devam etti. Onları da uğurladıktan sonra boşalan binanın ışıklarını söndürmeye başladım. Otomatik sürgülü giriş kapısının otomatiğini kapatıp güvenlik için arkasına kesik süpürge sapı yerleştirmeye çalışırken aklıma dereceleri ve makamları aynı olamaz diye bir düşünce geldi. Keşf ehli olan kişi dünyanın cismani zevklerini terk ediyordu ama daha dünyada iken ulaştığı makamlar ona dünyanın cismani zevkleri ile kıyaslanamayacak zevkler veriyordu. Üstelik bu zevkler geçici de değildi. Akıl genişledikçe, sorularına cevap bulup makam elde ettikçe dünyevi zevkler, hatta dünyanın kendisi insanın gözünde değersizleşiyordu. Daha dünyada nail olunan bu makam bir ödüldü. Bu makama nail olan insanlar farklı bir boyutta yaşasalar da dünya gözüyle insanlar arasında bir insan olmaya devam ediyorlardı. 

    Hem dünyada hem de ahirette durum aynıydı aslında. Herkes anlayış olarak kendi kapasitesinin zirvesine ulaşır ve kendi zirvesinde mükafat alırdı. Ve tıpkı dünyada olduğu gibi herkes kendi zirvesini zirve olarak kabul ederdi.

    Veyahut ilk soruya verilecek cevap şöyle olmalıydı. İnsan aklı gelişmeye, düşünmeye ve metafiziğe açık olma potansiyeli bakımından farklı değildir. Dünyadaki farklı yaşantı ve anlayışlar kullanıcı tercihidir. 

    Hakikati sahibi bilir. 

Yorum Gönder