Martin Heidegger ve Metafizik



        İnsanın düşüncelerini derleyip yazıya dökmesi bir ağacın gövdeden bir meyveye olan yolculuğuna benzer. Bilginin ve düşüncenin en ham halinden başlayan bu yolculuğun defalarca dallara bölünerek farklı düşüncelerden arınması ve hedeflenen meyveyi olgunlaştırması olağanüstü bir süreçtir. Sürekli bölünerek, farklı düşünceleri ve konuları feda ederek sadece varılmak istenen noktaya odaklanılması gereken bu yolculuğun en zor bölümü düşüncelerin en yoğun olduğu başlangıç kısmıdır. Örneğin; dini ve tasavvufi düşüncenin etkisi altında kalmayan bir felsefeciden metafizik hakkında Bir şeyler duymak için Martin Heidegger'e başvurduğumda ondan edindiğim bilgiler kafamda farklı düşünceler şekillendirdi. İbn Sina, ibn Rüşd, İbn Arabi derken konu dallandı, budaklandı, çok lezzetli meyveler verdi ve metafizik, bu meyvelerden sadece bir meyve olarak kaldı. Şimdi sadece onu sunmak, ona bulaşan ve onun üzerinde gelişen her türlü düşünceden kurtulmak ağacın diğer dallarını budamak kadar zor.

        Avantajlarım da yok değil tabii. Yazılarımı alanım olan bir branşta bilimsel bir makale havasında yazmak durumunda değilim. Gerçi o daha kolay olabilirdi. Ben kesb ile edindiklerimi not ediyorum. Çünkü okurken, sadece benim için değil, bilgi elde etmek isteyen herkes için not edilmesi gereken iki farklı durum ortaya çıkıyor. 

        Birincisi, okuyor, farklı düşünceleri öğreniyor ve bilgi edinmiş oluyorsunuz. Bu bilgi sizin dünyaya ve hayata bakışınızı değiştirebiliyor ve sizi bulunduğunuz noktadan bir daha asla geri dönmemek üzere başka bir noktaya götürebiliyor. Sahip olduğunuz bu bilgi, bu bilginin size kazandırdığı bakış açısı ve vardığınız o nokta sizin bilgi edinme çabanızın bir ürünü ve size ihsanı oluyor. 

İkincisi, bundan daha kapsamlı bir durum. Okuduğunuzu okuyup geçmiyor adeta damıtıyorsunuz. Kesb ile edindiğiniz bilgiler sizin düşünce dünyanızı harekete geçiriyor. Bu durumda edindiğiniz bilgi dimağınızda bilgi olarak kalmıyor, bir tohuma dönüşüyor. Kapkara ve biçimsiz bilgi tohumları düşünce dünyanızı renklendiren çiçeklere dönüşebiliyor. O çiçekler ve o çiçeklerden oluşan yeni tohumlar sizi kesb ile edindiğiniz bilginin çok uzağında farklı bir noktaya götürebiliyor ve siz düşüncenin kaynağı haline geliyorsunuz. 

        Her iki durumda da okudukça yalnızlaşıyorsunuz. Zihnen kalabalıklarla dolu geniş ovalardan ıssız vadilere yolculuk ediyorsunuz. İçtimai hayatınız kalabalıklar içinde devam ederken düşünce dünyanız daha fazla ilerleyemiyor. Bu durumda yazmak, ıssız adaya düşen birinin günlük tutması, bir alzheimer hastasının not alması veya düşünce yolunuza uyarı ve yön tabelası koymak kadar faydalı hale geliyor. 

        Martin Heidegger, parçanın bütünü temsilinden hareketle, metafiziğe ait olan herhangi bir şeyin metafiziğin kendisi olduğunu söylüyor ve bu konudaki görüşlerini "hiçlik" üzerinden ifade ediyor. 

        O, diyalektik felsefeye, yani varlığın zıddıyla bilinmesine dikkat çekerek var olan her şeyin hiçlikle bilindiğini, bu durumda hiçlik olmazsa varlıktan da söz edilemeyeceğini belirtiyor. Bu durumu daha da somutlaştırmak gerekirse siyah olmasaydı beyazı, kötü olmasaydı iyiyi bilemezdik. Hiçlik olmasaydı varlığı bilemezdik. Demek ki yok dediğimiz şey, yani hiçlik, aslında mevcut.

        Heidegger "hiçlik nedir" sorusunu "ne olduğunu bilmek istediğimiz şeyin varlığını kabul etmiş oluruz" diyerek yorumluyor ve ilmin varlığa odaklanarak hiçliği, yani metafiziği feda ettiğini belirtiyor. Heidegger'e göre ilim sadece fizikle yani varlıkla ilgilendiğinde bir yığın bilgi tasnifinden öteye geçemiyor. Oysa hakiki ilim sürekli yenilenmeli ve üretmelidir. Bu da ancak ilmin kaynağını metafizikten almasıyla mümkün olur. Çünkü metafizik fiziğin sebebi ve kaynağıdır. Var olan her şey "hiçten" var olmuştur. Fizik ağacın gövdesi ise metafizik ağacın köklerini saldığı topraktır. Dolayısı ile metafizik yoksa hiçbir şey yoktur. 

        Bu yaklaşım tarzı, yani fiziğin (varlığın) metafizikten geldiği, metafiziğe kıyasla var olduğu iddiası İbn Arabi'nin mutlak birliğin bütün parçalara yayıldığı ve bu bağlamda var olan her şeyin mutlak birliğin delili olduğu görüşünü (vahdet-i vücud) andırmaktadır. Arabi'ye göre herkes hakkı kendisinden bilir. Nitekim Peygamberimiz de (SAV) "Kendini bilen rabbini bilir" buyurmuştur.

        İbn Arabi'ye göre mutlak birlik kadim ve zaman içinde yaratılmış her şeye son derece yayıldığından kimse bu durumun farkına varamaz. Mutlak birlik gibi hayat da her şeye yayılmıştır. İnsan, hayvan ve bitkiler gibi canlılığı gözüken varlıklarla birlikte toprak taş gibi canlılığı gizli kalmış şeyler de hayat sahibidir. Mutlak birlik hayat sahibi olduğundan kaynağı itibarı ile her şeyin canlı olması zorunludur.

        Heidegger, havfın (korkunun) hiçliği bize ifşa ettiğini söyler. Korku halindeki insan cisimden sıyrılarak hiçi hisseder. Burada Heidegger'in kastettiği 'hiç'in ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Heidegger parçanın bütünü temsilinden hareketle 'hiç' tabiri ile metafiziği anlatıyordu. Bu durumda korkan insan maddenin ötesinde bir şeyi hisseder ki o şey, yani var olan hiç, yani ruh, yani mutlak bir, yani varlığın kaynağı, yani yaratıcı olabilir. Bunun çok zorlama bir yorum olduğunu düşünmüyorum. 

        Metafizik hakikatin sonsuz derinliklerinde yattığı için hiçbir ilmin ve bilimin katiyeti onun ciddiyetine ulaşamaz. İlim mevcudiyetini metafizikten aldığında sürekli yenilenir ve en mühim vazifesini yapar. Heidegger'e göre metafizik sorusunu soran bizlersek kendimizi hiçbir zaman onun dışında tasavvur etmedik demektir. Kendimizi onun içine de götüremedik. Çünkü bizler varlığız ve var olmamız itibarı ile bunu yapamayız. Bu durumda metafiziği algılayacak üç an'a ihtiyacımız vardır. birincisi kendimizi, yani varlığı bilmek. İkincisi -tasavvufun terk ilkesi gibi- sahip olduğumuz putlardan ve varlıktan kurtulmak. Üçüncüsü hiçliğin boşluğundaki sallantıya şiddet vermek, ta ki hiçlik daha iyi hissedilebilsin. 

Yorum Gönder