Epistemolojik Çeşitlilik


وَلَوْ اَنَّهُمْ اَقَامُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَاَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْۜ مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟

Eğer onlar Tevrat'ı ve İncil'i ve Rabları tarafından kendilerine sair indirileni doğru tutsalardı elbette hem üstlerinden yerlerdi hem ayaklarının altından, içlerinden mu'tedil bir ümmet yok değil, lâkin çoğu ne kötü işler yapıyorlar. (Maide 66) (Elmalılı Hamdi Yazır Meali)



    İlimde, bilimde, felsefede ve dinde düşünen çevreler için bilginin kaynağı (epistemoloji) hep bir tartışma konusu olagelmiştir. Kaynağına ve elde ediliş şekline göre bilginin türü çeşitlendirilmiş, ancak bu çeşitlendirilmeyle ortaya çıkan ilim türleri tüm çevrelerce kabul görmemiştir.

    Bir bilgiye kaynağını sorgulamadan inanmak veya inanmamak ile o bilginin elde ediliş şekline göre (epistemolojik olarak) ne tür bir bilgi olduğunu bilerek kabul etmek veya reddetmek arasında büyük fark vardır. Bu iki durumdan birincisi nakli bilgilerle yıllar içerisinde gelişime ve ilerlemeye kapalı fasit bir daire oluştururken ikincisi ilimde ve bilimde terakkinin zeminini oluşturur. Bu terakkiden kasıt salt bilimsel ilerleme değildir. Din, tasavvuf ve felsefe gibi düşünce alanındaki ilmi terakkiler, bilimsel gelişmelere zemin hazırlaması bakımından çok daha önemli ve elzemdir.

    İbn Arabi, Fütühat-ı Mekkiye'nin oruç kısmında öne sürdüğü fikirlere hadisleri delil gösterirken Ebu'l Kasım el-Cüneyd'in "Bizim ilmimiz kitap ve sünnet ile sınırlıdır" dediğini nakleder ve bu sözü mealen şu şekilde yorumlar; Biz sufiler ilmimizi -kitaptan veya insanların sözlerinden değil- Allah'tan aldık. Bizim ilmimiz ile kitabın ve sünnetin bildirdiklerinin kaynağı aynı. Bu sebeple bizim bilgimiz kitaba ve sünnete muhalif değildir. Allah, kulu Hızır'a kendi katından rahmet verdiğini ve ona bilgi öğrettiğini bildirmiştir. İşte bizim bilgimiz de bu tür bilgidir. Bu bilgi Allah tarafından ihsan edilen vehbi bilgidir. Arabi bu görüşüne delil olarak yukarıda verilen Maide Suresi'nin 66'ncı ayetini delil olarak gösterir ve ayet-i kerimede geçen "üstlerinden yerlerdi" ifadesinin Allah'ın kalplere ihsanı olan vehbi ilme, "ayaklarının altından yerlerdi" ifadesinin de kesbi yani takva sahibi insanların çalışarak elde ettiği bilgiye işaret ettiğini söyler. Bu bakış açısına göre ayet-i kerime, indirilen kitaba hakkıyla riayet edenlerin hem vehbi bilgiye hem de kesbi bilgiye sahip olacaklarını söylemektedir.

    Elmalılı Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kuran Dili tefsirinde ve daha birçok tefsirde söz konusu ayet-i kerimede geçen "üstlerinden yerlerdi" ifadesi, gökten gelen, çalışmadan verilen, ağaçlardan alınan, devlet tarafından verilen nimetlere, "altlarından yerlerdi" ifadesi ise topraktan verilen mahsullere işaret etmektedir diye yorumlanmıştır. Bu noktada, bütün bu yazılanlardan azade, tefsirin önemi, Kur'an'a ilmi, tasavvufi, zahiri ve batıni bakış açısı gibi her birisi kitaplar dolusu bilgi gerektiren birçok konu ortaya çıkar ki bu çeşitlilik benim nazarımda hayranlık vericidir.

Yorum Gönder