Bakmasını bilen için her perspektiften farklı görülen bir hayatı yaşıyoruz. Hakikati bütünüyle algılayacak kapasiteye sahip değiliz. Yıldızların peşine düşüp dağlara tırmananlar ulu zirvelerden müşahede ediyor hayatı. O zirvelerde yükseldikçe hayata bakış açısı değişiyor, her şey çok daha farklı algılanıyor, merak artıyor, üst üste sorular ve şüpheler birbirini kovalıyor. Yüksek zirvelerden vadilere inildiğinde hayat algısı asla eski haline dönmüyor. Cisim vadilerin uğultusuna karışsa da zihin tepelerin yalnızlığını yaşıyor.
O tepelerde aklının, merakının, keşfinin veya şüphelerinin peşinde koşanların vadilerdeki yalnızlığı öyle bir yalnızlık ki anlatılır gibi değil. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil onlar için. Vadideki o masum duygular yerini ya yüce hakikatlere ya da korkunç şüphelere bırakmış. Her ikisi de asla vadilere sığmayacak büyüklükte. İçinde bulunduğu o büyük boşluklar, uçsuz bucaksız düşünceler ona zahiri unuttursa ve bu unutkanlıktan dolayı büyük korkular yaşasa da o bunun insana verilmiş bir nimet olduğunu kabul etmek zorunda. Çünkü onun zihnindeki hakikat çok daha büyük. Çünkü düşünce durakları zahirden çok daha tatmin edici ve mutluluk verici.
Yüce zirvelerde hakikati müşahede etmiş bir hak yolcusu mealen şöyle der;, "Dostum, sen vehben veya kesben hakikati bulmuş olsan da zahire dönmek zorundasın. Çünkü hakikatin varlığı onun sana emirlerini zorunlu kılar. Böylece sen yasanın ve yükümlülüklerin ona ait olduğunu anlarsın. (F.M. 55. Kısım)
Yüce tepelerden vadileri seyir zevki başka hiçbir şeye benzemese dahi safi bir zevk değildir. Tepeler sarp, yokuş, uçurumlarla dolu ve rüzgarlıdır. Hakikati müşahedeye vakit bulamadan bir uçurumdan vadiye yuvarlanmak, bir rüzgar ile savrulmak, yollarda takılıp kalmak, heba ve helak olmak bu tırmanışın kaderidir. Vehb ile keşfe çıkanlar bir dağcı gibi halatlarla, kancalarla mücehhez yoluna devam ederken teorik ilmi rehber edinenler yıldızlara bakarak yolunu bulmaya çalışır. Bu yolların yolcusu olan bir hak yolcusu der ki (İA) başarı ve başarısızlık her ikisi için de mukadderdir.
Bir yandan sezgilerine güvenip halatlarla hakikate tırmanmayı dilerken diğer taraftan acaba hakiki yol hangisidir şüphesi ile gözlerini yıldızlardan alamayanlar bana "en iyisi hem yıldızlara bak, hem de sezgilerine güven, ikisinden de vazgeçme" diyen bir başka hak yolcusunu (S) hatırlatır. Her ikisinin de varlığından haberdar, ancak her ikisinden de mahrum felek ile melek arasındaki bu yerde işrak ve idrak, hakikat güneşinden önce mi doğar sonra mı bilinmez.