Arabesk...
Nedense birçok kişinin küçümser gibi baktığı müzik türü, ama aslında birçoğumuzun hayatı..
Arabeskin babalarından sayılan Orhan Gencebay da kendi müziğini arabesk olarak nitelendirmek istemez. Kendi tarzını bir Türk müziği sentezi gibi ifade eder ki bence de Orhan Gencebay'ın müziği onun kendi sentezi ve kendi tarzıdır.
Her ne kadar yazıya arabesk ve müzikle başlamış olsam da bu yazımın konusu müzik değil. Sözlü müzik, ağırlıklı olarak sadece müzik değil aynı zamanda edebiyat ve felsefedir. Hepimizin bildiği bir çok şarkı sözü aslında bir edebiyat ürünü olarak ortaya çıkmış ve sonradan bestelenmiştir. Herhangi bir şarkıyı mırıldanırken aslında Orhan Seyfi Orhon'un, Sebahattin Ali'nin veya Cemal Safi'nin bir şiirini okuyor olabilirsiniz. Peki ya ilk defa şarkılarda duyduğumuz, şarkı sözü olarak yazılan şiirlere ne demeli? Edebiyattan, şiirden bahsederken Sebahattin Ali'yi anmam son derece normal karşılanacaktır. Peki ya Orhan Gencebay desem? "O şair değil ki mi" diyeceğiz? Onun, şiirlerini bestelediği Cemal Safi şair olmaya devam ederken, en az Cemal Safi kadar iyi, hatta felsefe ve anlam olarak Cemal Safi'nin ötesinde şarkı sözleri yazan Orhan Gencebay'ın şiirleri sadece şarkı sözü olarak mı kalacak? İşte Orhan Gencebay'a ait bir şarkı sözü ve benim yorumum;
Bunca yıl habersiz
Yaşadım seninle
Bu günde dün gibi
Dertlerimi dinle
6'lı hece ölçüsüyle yazılan bu şiirin Orhan Gencebay dinleyenleri tarafından pek anlaşıldığını sanmıyorum. Bence bu şiir, arabeskte görmeye alışık olmadığımız olağanüstü anlamlar içermektedir. Şiiri bir bütün olarak incelediğimizde bir "vahdet-i vücûd" anlayışı görürüz. Şiirdeki "sen" yaratıcıyı ifade eder. Hepimiz onunla yaşarız ancak çoğumuz ondan habersizizdir. Hepimiz dertlerimizi ona arz ederiz. Hepimizin zihninde dolaşan serzenişler onadır. Dolayısı ile dün, bugün ne zaman olursa olsun iç sesimizin muhatabı yaratıcımızdır.
Yaşamak sen demek
Ölmek de seninle
Bugün de dertlere
Ortak ol benimle
Yaşamak, hayat Allah'ın sübutî sıfatlarındandır. Allah hayat verir. İnsanın ölümü de ruhunun aslına rücusudur. Yani Allah'a kavuşmasıdır. Şair, bir yakarışı andıran üslubuyla tanrıya dertlerini anlatmakta ve ondan kendisini anlamasını beklemektedir.
Hepimiz Tanrı'dan
Bir parça değil miyiz?
Hepimiz o eşsiz
Duygunun esiriyiz.
Hepimizin tanrının bir parçası olduğu düşüncesinin tasavvuftaki karşılığı vahdet-i vücûd anlayışıdır. Şairin, bu kıtanın ilk iki mısraındaki "Hepimiz Tanrı'dan bir parça değil miyiz?" sözleri, şiirin ilk kıtasındaki "Bunca yıl habersiz, yaşadım seninle" mısralarının muhatabının "Tanrı" olduğunu açıkça göstermektedir. Ayrıca bu kıtada şair tanrıyı eşsiz bir duygu olarak niteleyerek kendi tanrı anlayışının mahiyetine değinmiştir.
İşte ben hep böyle
Geceleri beklerim
Bu sessiz dünyamda
Aşkımda birleşirim
Bu dörtlükte şair, tıpkı tasavvufçular gibi geceleri Tanrı ile baş başa kalma vakti olarak görmekte, herkesin uyuduğu bir zamanda uyanık ruhunun çok sevdiği Tanrı'yı daha iyi hissettiğini anlatmaktadır. Şair, bu durumu aşkı ile bir vuslat olarak görmekte ve "işte ben hep böyle geceleri beklerim" mısraları ile sürekli bu vuslatı arzuladığını ifade etmektedir.
Gayesiz yaşanmaz
Ben ise yaşıyorum
Ümitsiz olsa da
Seni çok seviyorum
Kur'an-ı Kerim insanların yaşam gayesini anlatırken "Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet diye yarattım" (Zariyat 56) buyurmaktadır. Yaratıcının bir parçası olduğuna inanan ve uzlet gecelerinde onu hisseden şair fiili ibadetlerden eksik olduğu için kendisini gayesiz ve ümitsiz görmekte ancak yine de yaratıcıyı çok sevdiğini belirtmektedir.
Mutluluk sen demek
Sevmektir, biliyorum
Ben böyle mutluyum
Sana da diliyorum
Felsefede ve tasavvufta gerçek mutluluk hakikate, tanrıya ulaşmak olarak tanımlanmıştır. Bu mısrada şair fiili ibadetlerden yoksun olmasına rağmen tanrıyı hissettiğini, onun sevgisiyle mutlu olduğunu ve ondan razı olduğunu belirtmekte, tanrının rahmetine güvenerek onun da kendisinden razı olmasını dilemektedir.
Ölmek de seninle
Kalmak da seninle
Mutluluk seninle
Hep seninle
Yaratılan hiçbir şey yaracısından beri değildir. Yaşam, ölüm, sevinç, keder, hepsi tanrının iradesinde var olurlar. Son mısralarda şair bu durumu anlatmak istemektedir.
Orhan Gencebay'ın birçok eserini tasavvufi bakış açısıyla yorumlamak mümkündür. Bana göre "Hatasız Kul Olmaz" şiiri günahkar olduğunu bilen, ancak dua edecek kadar bile tanrıya yönelemeyen bir kulun rabbine yakarışından başka bir şey değildir. Üstelik şair şiirin bir bölümünde "sevenlerin aşkına ne olur sev beni" diyerek hak dostlarını tanrının rızasını kazanmaya vesile yapmak istemektedir. Buyurun, şiiri bir de bu bakış açısı ile okuyun:
Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni
Dermansız dert olmaz, dermana sal beni
Kaybettim kendimi, ne olur bul beni
Yoruldum halim yok, sen gel de al beni.
Feryada gücüm yok, feryatsız duy beni
Sevenlerin aşkına, ne olur sev beni
Sev beni...
Bu feryat, bu hasret öldürür aşk beni
Uzaktan olsa da, razıyım sev beni
Razıyım sev beni...
Bu şiirleri bu şekilde algılayıp yorumlamak sadece bana has absürt bir bakış açısı olabilir. Söz yazarı Orhan Gencebay'ın bu şiirleri yazarken gerçek amacının ne olduğunu ancak kendisi bilir. Onun bazı konuşmalarında Mevlana'dan ve tasavvuftan bahsetmesi bana bu şiiri bu şekilde yorumlama cesareti verdi. Ancak hakikat böyle olmayabilir. Algı ve bakış açısı her şeyi olduğundan çok farklı gösterebilir.