Vardır Bir Hikmeti

    
Vardır bir hikmeti ne demek?


    Dini vecibeler zahiri yönüyle olduğu gibi mi anlaşılıp yaşanmalıdır yoksa her vecibe içinde başka hakikatler ve hikmetler içermekte midir? Eğer her vecibenin bir hikmeti ve hakikati varsa bu hikmet ve hakikatin bir vecibe ile sembolleştirilmesine neden gerek duyulmuştur? Vecibelerin kendisi hakikatlerine ne kadar yakındır? Aklın bütün bunları idraki mümkün müdür?  

    İbn Tufeyl'in Hay Bin Yakzan'ı ıssız bir adada marifetullaha erişip hakka vasıl olduktan sonra adaya gelen bir uzlet ehli sayesinde dini ve müslümanları tanır. Hay Bin Yakzan "sembol" olarak nitelendirdiği ibadetlerle bu şekilde tanışır ve Peygamber'in (SAV) neden varlığın hakikatini ve hikmetlerini insanlara sembollerle anlattığına bir anlam veremez. Nihayet insanların arasına karışıp onlara kendi bildiği hakikatleri anlatmaya başladığında insanların kendisini anlamadığını, dünyevi işlerde takılıp kaldıklarını görür ve şu karara varır. İnsanların ekseri aklen hakikati idrak edecek durumda olmadıklarından onlara hakikat ancak sembollerle anlatılabilir. Bu sebeple olsa gerektir ki Peygamber'i (SAV) varlığın hakikatini herkese ulaştırmak için sembollere ihtiyaç duymuştur. 

    Peki bu hakikatler ve hikmetler nelerdir? Onlara vasıl olan İbn Tufeyl'in "sembol" dediği ibadetlerden vaz mı geçmelidir? 

    İbn Arabi, bu sembollerin hikmetlerini açıkladığı "Fütühat-ı Mekkiyye" isimli eserinde birçok alimin hakikate vasıl olduktan sonra ibadeti anlamsız bularak terk ettiklerinden bahsederek o alimlerin yanılgıya düştüklerini ve kaybettiklerini söyler. Arabi'ye göre kamil kişi, zahir ile batını birleştiren kişidir. Arif, Hakk'a vasıl olduğunda Allah'ın isimlerinin birbirinden üstün olduklarını görür. Arif'in bu isimler ile hallenmesi ancak ibadet ile mümkün olur. Bu açıdan arif ibadetleri farz sayar. İbadet, tecellide isimden isime geçişin fiili halidir. İbadetle arif, emrederken emredilen, konuşurken dinleyen olur. Tevhid kapsamında yükümlülüklerin ispatı bu şekilde vücut bulur.

    İslamiyet'in hemen her rüknünü hem fıkhi açıdan hem de batını olarak yorumlayan İbn Arabi olağanüstü tespitler yapar ve kendisinden yüzyıllar sonra keşfedilen bilimsel hakikatleri anlatır. 

    Örneğin husuf ve küsuf namazları günümüzde bazı müslümanlar tarafından bile gereksiz veya anlamsız bulunurken İbn Arabi bu namazların hikmetlerini enfes yorumlamış, ay ve güneş tutulmasını da bilimsel açıdan izah etmiştir. 

    Ay ve güneş tutulmasının korkulacak bir şey olmadığını, ayın güneş ile dünya arasına girerek dünyanın güneşten aldığı ışığı kestiğini ve buna güneş tutulması denildiğini, dünyanın ay ile güneşin arasına girerek ayın güneşten aldığı ışığı kestiğini, bu duruma da ay tutulması denildiğini net bir şekilde anlatan İbn Arabi bu vakitlerde kılınan husuf ve küsuf namazlarının hikmetini şu şekilde izah etmiştir. 

    Ay ışığını güneşten aldığı için insanın nefsine benzer. İnsanın nefsi de ışığını Allah'tan almaktadır. Akıl hükmündeki dünya, ay ile güneşin arasına girerek ayın ışığını kestiği gibi akıl da insanın nefsi ile Allah arasına girerek nefsin Allah'tan aldığı ışığı, yani ilahi imanı perdeler. Sadece aklı rehber edinmek insan nefsinin ilahi imandan mahrum kalmasına sebep olabilir.  Bu nefsin tutulma halidir. 

    Güneş tutulması da akıl tutulmasına benzer. Çünkü Allah, aklı kendisinden aldıklarını nefse öğretsin diye yaratmıştır. Ay konumundaki nefs, Allah ile akıl arasına girerek aklın Allah'tan alması gereken nuru perdeler. Aklın üzerine hayvani şehvet kaynağı nefsin gölgesi düşer. Aklın sadece nefsin isteklerinin peşinde koşması ona asli görevini unutturur. Bu da aklın tutulma halidir. Allah bu perdelerin ortadan kalkması için duayı farz kılmıştır. Ay ve güneş tutulmasında insanların rabbine yönelmesinin hikmeti budur.

    Bazı kesimler tarafından neredeyse -haşa- ilkel bir ibadet gibi görülen husuf -küsuf namazları daha 12. yüzyılda İbn Arabi tarafından bilimsel dayanakları ile enfes yorumlanmış ve hikmeti ortaya konulmuştur. Husuf - Küsuf namazlarında olduğu gibi tüm ibadetlerin içerdiği anlam ve hikmetler kulun cehaletini alarak kulluğu çok farklı bir boyutlara taşımaktadır. 

    İnsanların, her ibadetin veya ibadetin her rüknünün hikmetine vasıl olamaması yaratılış itibarı ile tabiidir. Kaldı ki bu hikmete ulaşan, keşf ilmine haiz veya teorik ilimlerde kesb ile bir dereceye gelmiş insan sayısı neredeyse yok gibidir. Ancak yine de her ibadetin veya her oluşun sadece zahiri itibari ile kabul görmediği gerçeği insanlarımızın "vardır bir hikmeti" anlayışında gizlidir. 

Yorum Gönder