Gerçek mutluluk masiva ile elde edilemez. Beden, insanın en büyük masivası ve imtihanıdır. Canı elma çeken de odur, kendini beğenip secde etmeyen de. Yaşadığın sürece seni hakikatinden başka bir kimliğe büründürüp sana “ben” dedirten de odur. Bu benlik algısı seni kendi hakikatinden uzaklaştırır ve sen ahsen-i takvim olduğun halde fani bir bedenin hizmetine girersin. Onu doyurmak için yersin, onu rahat yataklarda yatırmak istersin. Onunla adına üzülür, sevinir, mutlu olursun. Onun için cenneti arzular, onun için cehennemden korkarsın. Ona sınırsız hizmetin ve bağlılığın seni esfel-i safiline sürükler.
“Ben” dediğinin “sen” olmadığını Yunus Emre şu
şekilde ifade etmiştir.
“Ete kemiğe
büründüm
Yunus diye göründüm”
Yunus Emre, zahiren Yunus’un etten kemikten ibaret
fani bir varlık olduğunu söylese de “göründüm” ifadesi ile aslında o varlığın
bir tecelli olduğunu kastetmiş ve adeta tasavvufun varlık felsefesini özetlemiştir.
Tecellinin hakikatine ulaşmanın yolu ete kemiğe, yani bedene ait her şeyden
vazgeçerek arınmaktır.
Feridüddin El Attar’ın, hakkında “böyle bir kitap
bir daha yazılmaz” dediği ve tasavvufun seyr-i sülüğünü anlattığı Mantıku’t
Tayr kitabına göre fenafillah makamına ulaşan kişi orada kendisini görür. Bu
makam tasavvufçuların “enel hak” dedikleri makamdır. Bu makama ve devamındaki
bekabillah makamına ulaşmanın olmazsa olmazı masivayı, fani olan her şeyi terk
etmektir. Öyle ki Fariduddin El Attar “bir kenarda, kefen parası için olsa
bile, sakladığın üç beş kuruşun varsa sen bu yolun adamı değilsin” der.
Batınilerin ve meşşai filozoflarının karşısında kelamcıları
yetersiz bulan İmam Gazali de “bana en uygun olanı oydu” diyerek tasavvufu
seçmiş, Bağdat'ta Nizamiye Medreselerinde müderrisken ve şöhreti bütün Irak’a
yayılmışken her şeyi terk etmiştir.
Yıllar sonra kendisine tekrar müderrislik teklif
edildiğinde kabul etmiş ve şöyle demiştir. “Önceleri öğrencileri çeşitli
dünyevi makamlara ulaşabilmeleri için eğitiyordum. Şimdi ise dünyadan ve
dünyevi makamlardan uzak durmaları, vazgeçmeleri için eğiteceğim.
Masivayı terk etme konusunda en büyük örneklerden
biri şüphesiz ki İbrahim Ethem’dir. Menkıbelerdeki gibi tacını tahtını terk
eden bir padişah olmasa da çok varlıklı bir ailenin çocuğu iken bütün servetini
terk etmiş ve ilim peşinde tüm ortadoğuyu dolaşmıştır. Halk arasında sürekli
fakirlikten şikayet eden bir dervişe “yahu sen bu fakirliği o kadar ucuza mı
aldın ki sürekli şikayet ediyorsun, ben onu almak için bir servet ödedim” demiştir.
Hem tasavvufda hem de İslam felsefesinde gerçek mutluluk varlığın
hakikatine muttali olmaktır.
Felsefe kesb ve tahsil ile rasyonel yöntemler
dener. Tasavvuf tezkiye ve tasfiye ile vehbi ilime ulaşmaya çalışır.
İbni Sina ve İbni Tufeyl’e göre her iki durumda da
insan yol alır. Her iki durumda da esrar perdesi aralanır. Filozof veya mürşid
hakikati sembollerle değil olduğu gibi müşahade ederek hikmete vasıl olur. Aklın
ve tahayyül gücünün ulaştığı her yeni bilgi insanı mutlu eder ve bu mutluluk
dünyada karşılığı bulunmayan bir mutluluktur.