İbn-i Rüşt ile
kesbi ilimden sonra kaldığım yerden Fütühat-ı Mekkiye’ye devam ediyorum. Her ne
kadar kesbi ilim ile yazılan kitaplar nefsimi tatmin etse de Fütühat-ı Mekkiye
gibi vehbi ilimle yazan kitaplardan farklı bir haz aldığımı itiraf etmeliyim.
Dinin kesbi (akli)
ilimlerle ve vehbi ilimle (ilm-i ledün) yani kalbe ilham edilen ilimler ile
yorumlanması veya yaşanması terazinin iki farklı kefesi gibi.
Peki olması
gereken nedir ve hangisi gerçek dindir?
Bu soruya cevap
vermek için kelam ilmi doğmuş ancak ne felsefecileri ne de tasavvufcuları
tatmin edebilmiştir.
Terazinin her iki
kefesi de mutlu ediyor beni.
Bir taraftan İbn-i
Rüşt ve diğer İslam felsefecilerinin düşünceyi ulaştırdıkları noktaya hayran olurken
diğer taraftan tasavvufun ruhumu yaprak gibi savurmasından keyif alıyorum.
İki zıt kutup. Felsefe
ve tasavvuf. İbn-i Rüşt ve İbn-i Arabi...
Her ikisi de Endülüs
topraklarında doğmuş.
Her ikisi de aynı
yolun yolcusu. Bir felsefeyle. Diğeri tasavvufla.
Birinde aklın
ulaştığı noktaya, diğerinde ruhun seyr-ü sülüğüne hayran oluyorsunuz.
Ancak biri
tasavvufu önemsemez, diğeri felsefeyi yol olarak kabul etmez.
Aynı devirde
yaşamışlar. Biri ilmi ile meşhurken diğeri feraseti yavaş yavaş duyulmaya
başlamış, bıyıkları henüz terlememiş bir genç.
İbn-i Rüşt İbn-
Arabi’nin ferasetini duymuştur. Babasınına onunla görüşmek istediğini söyler.
İbn-i Arabi Fütühat’ı Mekkiye’sinde İbn-i Rüşd
ile karşılaşmasını şöyle anlatır.
Beni gördüğünde
saygı ile ayağa kalktı ve beni kucakladı ve şöyle dedi: “Evet!”
Ben de cevap
verdim: “Evet.”
Söylediğini
anladığım için sevinci arttı. Ben de bu
sevincin sebebini fark ettiğim için “hayır” dedim. Üzüldü, rengi değişti. Sahip
olduğu teoirk ilme karşı kuşku duydu ve bana şu soruyu sordu:
“Keşif ve ilahi
feyizde bu iş nasıldır? Acaba teorik ilimle düşüncenin bize verdiği gibi midir?”
Şöyle cevap
verdim:
“Evet ve hayır.”
Kendisini sıkıntı
bastı, bağdaş kurup oturdu ve işaret ettiğim şeyi anladı.
Halvete cahil
girip ders, kitap, okuma ve araştırma olmaksızın bu şekilde dışarıya çıkan
birini gördüğü için şükretti.
Seyr-ü sülük ya İbn-i Rüşt gibi teorik ilimle yani felsefe
ile ya da İbn-i Arabi gibi halvetle, tasavvufla devam eder.
Felsefe akıl
gözünü, tasavvuf kalp gözünü açar.
Akıl gözü kesbi
ilim, kalp gözü vehbi ilim tahsil eder.
Ne mutlu her iki
gözü de açık olanlara...