Okur Yazar Yazar Okumaz Okunmaz!

-Evet, ben yazdım dedim.
-Emin misin? Sanki bu hikayeyi daha önce duymuştum... dedi
-Hayır hocam dedim. O hikayeyi ben yazdım.

Dersimiz Türkçe idi. Fabl (kiÅŸileÅŸtirme) konusunu öğrenmiÅŸ, ödev olarak birer fabl yazmıştık ve tek tek tahtaya kalkarak yazdığımız hikayeleri okuyorduk. Yazdığım hikayeyi okumayı bitirdikten sonra öğretmenimden bir takdir cümlesi duymayı umarken öğretmenimin şüpheci tavrıyla karşılaÅŸtım. Buna bir de sınıfın uÄŸultusu  eklenince daha fazla tahammül edemedim.

-Kelile ve Dimne'den baktım hocam dedim.

Altıncı sınıftaydım ve yırtıp attığım o hikayeyi gerçekten ben yazmıştım. Öğretmenimiz sınıfın en sessiz ve sakin öğrencisinin böyle bir hikaye yazamayacağını düşünmüş olmalıydı ki bu kadar üstüme gelmiÅŸti.  Bu olaydan sonra bir daha hikaye yazmadım.

Taa ki lise son sınıfa kadar.

Ne lüzumu vardı bilmiyorum ama lise son sınıftayken de bir hikaye yazdım. Yazdığım hikayeyi hayatımda ilk ve son defa bir dergiye gönderdim.

İki veya üç hafta sonra yayın yönetmeninden bir mektup aldım. Kısaca hikaye yazmak her babayiğidin harcı değildir diyordu.

Haklıydı, Ömer Seyfeddin'in damakta bıraktığı tadın üzerine kim, nasıl bir tad teklif edebilirdi ki?

Aradan yıllar geçti. Kitap satın almak için harçlık biriktirilen devirler geride kaldı. Şimdi her yer kitap dolu.
Geçenlerde, öğrencilerimiz nasıl hikayeler okuyorlar acaba, diye merak ettim ve sınıf kitaplığından bir hikaye kitabı alıp karıştırmaya başladım.

Okuduğum ilk cümle dikkatimi çekti:

"Oysa bir kızının olduğunu çevredekilerin sözlerinden işitmiştim."

Sözler işitilir ama sözlerden birşey işitilmez, anlaşılırdı. Cümle "Oysa bir kızının olduğunu çevredekilerin sözlerinden anlamıştım" şeklinde olmalıydı diye düşündüm.

Her kitapta böyle basit dil kullanımı hataları olabilirdi. Kitabı karıştırmaya devam ettim.

"Gözleri tavana dikili, içeri giren ışığı inceliyordu."

Bu cümleyi okuyunca tavandan ışık sızdığı, birisinin o ışığı incelediği anlaşılır. Aslında yazarın anlatmak istediği ışığın incelenmesi değil ışığa dalıp gitmektir.

Hikayenin devamında;
"Sabahın olduğu tuğlaların arasından içeri sızan ışıktan belli olurdu." !!??
Bu cümleden sonra; "Fesübhanellah! Tavan tuğla mı örülmüş acaba?" dedim.

Olsun, bu kadarcık kusur kadı kızında da olurdu. Kitabı karıştırmaya devam ettim.

Aslında çok karıştırmama gerek yoktu. Kitaptaki anlatım ve betimlemeler sıradışıydı. (!) Mesela "Oda, gece yarısı ayağa kalkan kişi dikkatli yürümezse bunlardan birine çarpacak kadar karanlıktı."

Yazar uyuyamayan bir çocuğu anlatırken "Bir türlü uyku gözüne girmiyordu" ifadesiyle anlatmıştı. Beddua eder gibi; " Gözüne girsin uyku!"

Bu cümleyi "bir türlü gözüne uyku girmiyordu" şeklinde anlamak okuyucuya kalmıştı.

Kitap "yazdım işte, anlayın" tarzı cümlelerle doluydu;

"Çiçeklerin insana baygınlık verecek kadar burna gelen kokuları..."

İsmini duymadığım biriydi kitabın yazarı. Kitap, çocuk dergileri ve kitapları yayınlayan ve benim bir zamanlar hikaye yazıp gönderdiğim o meşhur yayınevi tarafından basılmıştı.

Türkçe'nin sosyal medyada yanlış kullanılmasından şikayetçi olanlar acaba hemen her sayfasında birkaç dil ve mantık hatası taşıyan bu kitaplarla mı öğrencilerimize doğru Türkçe'yi öğretecekler merak ediyorum...

Ve kitaplarını almak için para biriktirdiğimiz Ömer Seyfeddin'i, Hüseyin Rahmi'yi, Reşat Nuri'yi saygıyla anıyorum.

Ruhun şad olsun Ömer Seyfettin! Keşke 35 yıl değil 100 yıl yaşasaydın da bize okumayı ve Türkçe'yi sevdirecek çok daha fazla eser bıraksaydın!

Belki o zaman daha çok okur, daha iyi yazardık!

Yorum Gönder