Avluda Namaz

Malum, yaz. Havalar sıcak. Her akşam teravih için gittiğim caminin yan tarafında kalan avluya hasırlar
seriliyor. Sıcakta caminin içinde namaz kılmak istemeyenler burada, açık havada namazlarını kılıyor. Caminin içi sıcaktır ama cehennemden daha sıcak değil ya klasik mantığıyla her akşam caminin içine dalan ben geçen akşam tam camiye girmek üzereyken "ülen" dedim kendi kendime. -Evet, itiraf ediyorum. Ben kendi kendime konuşurken "ülen, üleyn, leyn, bre, behey, ehey, hey gidi hey, teey teeey" gibi ünlemler kullanırım.- "Ülen" dedim, "dışarda püfür püfür esen rüzgarda namaz kılmak varken ne diye içerde yanıp kavruluyorsun? Cehennem daha sıcak anladık da cehennemin provası camide yapılmaz ki.. ayıp ayıp" deyerekten avluya yöneldim.

Avluda namaz kılmak daha rahat ama burada beni rahatsız eden başka şeyler var. Mesela zemin yüzünden tam kıble istikametine serilemeyen hasırlar ve namaza dururken hasıra göre saf tutan cemaat. Yatsı namazının farzının ilk rekatında kendime ait yerleri kıraat ettikten sonra imamı dinlerken caminin kıble istikameti ile bizim kıble istikametimizin caminin 50 - 60 metre ilerde kesiştiğini varsayıp, bu sapmadan dolayı acaba biz kıble olarak Taç Mahal veya Yeni Delhi'ye mi yöneldik sorusuyla zihnimi meşgul etmekten pek telezzüz ettiğim söylenemez.

Zeminin kısmen kıble istikametine eğimli oluşu da insanı rahatsız eden ayrı bir husus. Secde ederken takla atacakmışsın hissine kapılıyor insan. Bu durum aklıma Reşat Nuri'nin anlattığı şu hikayeyi getiriyor:

Lozan Antlaşması ile Fransa ile Türkiye arasındaki kapitülasyonlar kaldırılıyor ve dini objeler hariç bir ülkeden diğer ülkeye herhangi bir eşya götürmek imkansız hale geliyor.

Fransa'da yaşayan bir Türk Türkiye dönüşünde Fransa'daki bir dostuna hediye etmek üzere bir yolluk (halı) alıyor. Fransa sınırına gelip bir metre genişliğinde üç metre uzunluğundaki yollukla gümrükten geçerken gümrük görevlisi halıya el koyuyor. Ancak bizim uyanık halısını gümrükte bırakmamaya kararlı. Dini objeleri gümrükten geçirmenin serbest olduğunu bildiğinden Fransız yetkiliye halının dini bir obje, yani seccade olduğunu, onun üzerinde namaz kıldığını söylüyor. Fransız yetkili inanmış gibi görülse de namazın ne olduğunu bilmediğinden bir metre eninde üç metre boyundaki bir halının üzerinde yapılan bu ibadeti merak ediyor ve halıyı yere sererek bizimkinden nasıl ibadet ettiğini göstermesini istiyor.

Bizimki yolluğun ucuna geçip namaza başlıyor ancak secde ile birlikte yolluğun sadece bir metresini kullanabiliyor. İkinci rekatın rukusunda halının kalan iki metresinin hesabını nasıl vereceğini düşünürken başından beri olayı takip eden bir İstanbul Ermenisi bizimkinin kulağına eğilip "secdeden sonra takla at" diyor. Bizimki secdeden sonra tekbir getirip takla atarak halının kalan iki metresini de kullanıyor ve Fransız görevlinin şaşkın bakışları arasında halısını koltuğunun altına alıp Fransız gümrük kapısından içeri giriyor.

Bu düşünceler içerisinde işbu avluda kendimi olayların dışında hissettiğimden ve dahi fiziki olarak caminin içinde olmadığım için ruhen de içeri giremediğimden kıldığım namazlar bu uyanık vatandaşın namazı kadar bile karlı olamıyor kanaatini taşıyorum.

Hoş, caminin içindeki durumumdan da pek ümitli değilim ama orada birinin ışığından istifade edip bir lokomotife kanca atma veya en azından samimi birinin rüzgarına kapılıp o yönde biraz savrulma ihtimalim daha fazla...

Yorum Gönder