Ağır Ağır Çıkacaksın Bu Merdivenlerden


"Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden" 

diyerek söze başlasam eminim "Merdiven" şiirini hemen anımsayacak hatta şiirin ikinci mısrasını siz söyleyeceksiniz.

"Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak."

Peki ya bu şiiri yazan şairi?

"Kimdi acaba" diye hatırlamaya çalışanlardan mısınız? Yoksa tahmin etmeye çalışanlardan mı?

Mehmet Akif değil, Necip Fazıl da...

Başka şairlerimiz de var bizim...

Ahmet Rasim miydi yoksa Ahmet Hamdi Tanpınar mı?

Cenap Şahabettin de vardı edebiyat derslerinden hatırladığımız...

Hiçbiri...

Ahmet Rasim oldukça bereketli bir yazarımız. Ahmet Hamdi Tanpınar ise Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanlarının yazarı, öykücü, şair.

Cumhuriyet dönemi edebiyatımızın bu büyük kalemlerini nedense hep edebiyat dersleri ile ilişkilendirir ve o derslerden hatırlamaya çalışırız.

Oysa edebiyat milli kültürümüzün en önemli parçasıdır. Bu sebeple edebiyatçılarımızı ve onların eserlerini bilmek sadece üniversite giriş imtihanlarına hazırlanan liseli öğrencilerin değil, kendini bu milletin bir ferdi olarak gören herkesin borcudur.

Edebiyat gibi milleti millet yapan değerleri bilmeden miliyetçilik yapanların milliyetçilikleri sığ bir kafatası milliyetçiliğidir.

Yazmak istediğim farklı bir konuydu aslında. Ama kendi edebiyatımıza dair üç beş lakırdı etmek istediğimde kendimi öyle bir boşluğun içinde buluyorum ki hangi yöne gideceğimi bilemiyor, bilinmezliklerin içinde kayboluyorum.

Konuyu biraz daha daraltarak şiire getirmek istiyorum. Şiiri seven ve şiirden zevk alan insanların daha hassas, ruh ve gönül insanı olduğunu düşünüyorum.

Şiir ve şiirden zevk almak derken ders kitaplarımızda yer alan;

Bugün yirmi üç Nisan
Toplandı bütün vatan

tarzı kendini bir temaya veya ideolojiye adayan dizeleri veya o dizeleri bir baş selamıyla protokolün önünde okumayı kastetmiyorum.

Güneşli bir sonbahar sabahı Orhan Veli'nin "Beni bu güzel havalar mahvetti" şiirini anımsayarak mutlu olup o günden zevk almayı kastediyorum.

Veyahut "Zindandan Mehmed'e Mektup şiirini okurken:

Yarın elbet bizim elbet bizimdir!
Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir!

diye haykırıp kendine bir paye çıkarmayı kastetmiyorum. Kırmızı tuğlaları sayarak avluda yürümeyi, boynu bükük ve sefil karanfillerine bakıp Ali'yi hatırlamayı, ölümü ve ölümün geride bıraktıklarını görebilmeyi kastediyorum.

Faruk Nafız'ın Han Duvarları şiirini okurken Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya doğru yola çıkabilmektir şiirden zevk almak... Yol boyunca kervansarayları seyretmek, yaylının şiltesine uzanıp teker gıcırtılarını duyarak uyumak, her akşam loş bir handa konaklayıp şairle beraber duvarlardaki dizeleri okuyarak Maraşlı Şeyh Oğlu'nun derdine yanmak ve nihayet son handan ayrılmadan önce:

Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu: 
 "Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"


diye Maraşlı Şeyhoğlu'nun akıbetini sorup,

Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende, 
 Dedi: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"

cevabıyla gözleri yaşaran şairi anlamak ve üzüntüsünü paylaşmaktır...

Yoksa her merdiven başında Ahmet Haşim'in:

"Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden "

dizesini hatırlayıp "Asansör yok muydu acaba" diye espiri yapmaya çalışmak değildir.

Ne hazindir ki zamane kendi değerlerinden, şiir, edebiyat ve musiki gibi ruhu kanatlandıran ve insanın hayat felsefesine yön veren kendi sanatından bihaber.

Ve yine ne hazindir ki ruhun ihtiyacından doğan bu boşluk bilgisayar oyunları, futbol ve eğlence adına yapılan müzik gibi  nefsin kaba ve gürültülü talepleriyle doldurulmaya çalışılıyor.

Her maç sonrası bitmeyen tartışmaların veya Justin Bieber isimli yeni yetmenin ardından ağzına biber sürülmüş gibi bağırmanın başka türlü izahı yok çünkü...

Neye niyet, neye kısmet. Ahmet Haşim'e dair bir yazı yazacaktım halbuki....


Yorum Gönder