Divan edebiyatı hem tasavvuftan hem de şaraptan, aşktan kadehten bahsettiği için kendi içinde çelişkilidir denilir mi?


Edebiyatta çelişki aramak yersizdir. Çünkü edebiyat duygu ve düşüncenin nazım ve nesir şeklinde ifadesidir ki düşüncelerin çelişmesi sıradan bir durumdur.

Divan edebiyatı Türk edebiyat tarihinin en büyük şairlerini yetiştirmiştir. Baki, Nedim, Nabi, Şeyh Galip seviyesinde şiire vakıf olmuş cumhuriyet dönemi yazarı göstermek neredeyse imkansızdır.

Osmanlı devleti 'Devlet-i ali Osmani' olmasından hasılı olmayarak çok fazla zevk- sefahat içine dalmamış, altıyüz yıllık ömrünün büyük bir bölümünü ila-i kelimetullah mücadelesiyle geçirmiştir. Bunun en büyük kanıtı Osmanlı saraylarının (son dönem hariç) gözle görülür mütevaziliğidir. İstanbul'un fethinden sonra şehrin dört bir tarafı görkemli ibadethanelerle donatılırken aynı dönemde Avrupanın kontrol merkezi olan Topkapı sarayı mütevaziliğini korumuştur.

Aynı dönemde divan edebiyatı da devletin ve halkın yaşantısına paralel olarak daha çok dini ve sofizmi konu edinmiştir. Tıpkı Yunus Emre gibi divan edebiyatı şairleri de aşk derken ilahi aşkı kastetmiş ve   kadeh, mey, saki gibi kavramları edebiyat terminolojisine kazandırmışlardır.

Divan edebiyatında "sevk-u sefa" şairi olarak bilinen şair, Lale Devri şairlerinden Nedim'dir. Her ne kadar zevk-ü sefaden bahsetse de, bendeniz, bu büyük şairin:

Yok senin vasfettiğin dilber bu şehir içre Nedim,
Bir per-i suret görünmüş, bir hayal olmuş sana.

mısralarından yola çıkarak, yazdığı şiirlerin şairin gerçek hayatının fevkinde olduğu kanaatine varmışımdır.

Osmanlı padişahlarının birçoğu 'divan'ı olan şairlerdi. Şiire ilgi duyarlar, şairleri korurlar hatta onları meclislerine davet ederlerdi.   Kanuni ile Baki arasında geçen enfes diyalog ve Sultan 4. Murat'ın bir şiirle Bağdattaki komutanına sitemi bunun en güzel örneklerindendir.

Şiire bu kadar ilgi duyan padişahların şairleri katlettiği iddiaları da doğru değildir. Konuyla bunca alakalı bir şahıs olarak bendeniz sadece divan edebiyatının hiciv (mizah) ustası Nef'i'nin öldürüldüğünü biliyorum ki olay şöyle olmuştur.

Nef'i şiirlerinde sürekli din ve devlet adamlarını hicvetmektedir. Bu durum din ve devlet adamlarının ondan nefret etmesine sebep olmuştur. Hatta bir defasında kendisine kafir diyen bir müftüye:


Bize kâfir demiş müfti efendi.
Tutalım ben diyem ana müselmân.
Varıldıkta yarın rûz-ı cezâya
İkimiz de çıkarız anda yalân

diyerek karşılık vermiştir. Tepkiler ve şikayet üzerine Sultan 4. Murat kendisini koruma altına almış ve kendisinden bir daha hicviye yazmamasını rica etmiştir. Ancak Nef'i kendisini tutamamış Osmanlı Veziri Bayram Paşa'yı hicveden bir şiir yazmıştır. Bu olay üzerine infazına karar verilmiştir.

Derler ki zamanın padişahı Arap (zenci) bir katibe infaz edilecek olan Nef'i'yi affettiğini belirten bir ferman yazdırıyor imiş. Bu ferman yazılırken Nef'i de ordaymış.  Zenci katip belgeyi yazarken kağıda bir damla mürekkep damlatmış. Nef'i kendini tutamayıp ‘mübarek teriniz damladı efendim' deyince affından vazgeçilmiş ve infazı kesinleşmiş.

Ve yine derler ki Nef'i infaza götürülürken karşısında daha önce hicvettiği vezirlerden biri çıkmış. Nef'i'nin infaza götürüldüğünü bilen vezir bu defa Nef'i'yle dalga geçmek istemiş ve öbür dünyayı kastederek Nef'i'ye "babama selam söyle" demiş. Nef'i de son hicvini yapmış:"Cehenneme gitmiyorum ki."



Yorum Gönder