tag:blogger.com,1999:blog-28181477607637369732024-03-06T04:25:33.559+03:00www.nihatkasim.netDin, felsefe, edebiyat, tarih ve hayata dair denemelerUnknownnoreply@blogger.comBlogger145125tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-27992594033151295332023-08-17T08:12:00.006+03:002023-08-17T09:54:46.435+03:00İlahi Adalet<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjyQcBQyhTK99bEoayHI3ksxZjw4qTYPR7aDMDmq2Iv1yR5jPBUNbiXs4hOtVSBVwkS7UWTlJmQlTPKeznI8sW4EPQcyoAypHGpRxGEZSChSjfmhDDnnrZOQZOxf0hIKcC8uYyLb7PrjLMsR5QNLJxa7A_4A0qdLkdincXrlWBkdA-ck44kwaVV9xzTSLLQ/s850/ilahi%20adalet.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="408" data-original-width="850" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjyQcBQyhTK99bEoayHI3ksxZjw4qTYPR7aDMDmq2Iv1yR5jPBUNbiXs4hOtVSBVwkS7UWTlJmQlTPKeznI8sW4EPQcyoAypHGpRxGEZSChSjfmhDDnnrZOQZOxf0hIKcC8uYyLb7PrjLMsR5QNLJxa7A_4A0qdLkdincXrlWBkdA-ck44kwaVV9xzTSLLQ/s16000/ilahi%20adalet.jpg" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Konu, konuşulan meseleleri herkesin kavrayacak düzeyde olmamasına gelince masanın etrafındakilere şöyle bir soru sordum. "İnsanlar arasındaki bu kavrayış seviyesi, Farabi'nin tabiriyle has ve amme olma durumu, kalıtsal bir durum mudur yoksa kişinin kendisi ve sosyal çevresi ile mi ilgilidir?" "Kalıtsal" cevabı üzerine de ikinci soruyu sorma ihtiyacı hissettim: "İmtihan dünyasındayız, imanımıza, imanımızın kalitesine ve amellerimize göre ödüllendireceğiz. Oysa dünyada sahip olduğumuz akıl ve anlayış iman ve ibadet anlayışımızı farklılaştırıyor. Din ve Allah algısını belirli bir çerçeve içerisinde tutup halis bir imanla Allah'ın karşısına çıkan bir kişi ile ömrünü ve dünyasını dine feda etmiş, sorgulamış, cevap aramış, sorguladığı için imani tehlikelerle mücadele etmiş, dünyayı geride bırakmış, tasavvuf tabiriyle keşf kapıları kendisine açılmış birinin ahiretteki durumu nasıl olacak? Eğer kalıtsal olarak algılarının kapalı olması sebebiyle dar dairede halis bir iman yaşayan kişi ile algıları açık, tüm dünyasını terk etmiş bir kişi aynı mükafatı alacaksa bu durum dünya hayatını feda eden keşf ehli kişiye haksızlık olmaz mı? Çünkü o dünyasını Allah için terk etti, ilme vakıf oldu. Bütün bunları yaparken hem dünya zevklerinden vazgeçti hem de imani tehlikeler yaşadı. Oysa diğeri dünyasını yaşadı. Eğer keşf ehli daha yüksek bir makamla ödüllendirilirse bu durumda halis iman sahibine haksızlık olmaz mı? Onun "Allah'ım madem bu makamlar vardı, beni neden onu algılayacak şekilde yaratmadın?" diye sorma hakkı yok mudur?"</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Soru oldukça hassastı. Masanın etrafındakiler zihinlerinde bu sorunun açtığı boşluğu doldurmak isteyeceklerdi. Bunu çeşitli şekillerde yapabilirlerdi. "Ne saçma bir soru bu" diyerek işin altından çıkabilecekleri gibi cevap vermeye çalışabilirlerdi ki bu durum ilahi adalet üzerine fikir beyan etmeyi gerektirecekti. Mesele konuşuldu. Sorular soruları doğurdu ancak ortaya net bir cevap çıkmadı. Aklıma yanlış bir mecrada doğruyu arıyor olabileceğimiz geldi. Zira ilahi adalet üzerine sorulan bu soru ilk sorunun cevabına dayandırılarak sorulmuştu. İlk soru insanların anlayış farkı üzerine idi ve masalar bu farkın kalıtsal olduğunu söylemişti. İlk soruya verdiğimiz cevap yanlışsa ikinci ve daha tehlikeli bir soruyu sormanın ve tartışmanın bir anlamı yoktu. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Aynı masada farklı meseleler görüşmek isteyen kişiler ziyaretime gelince masa dağıldı. Ben de ziyarete gelen kişilerle görüşmeye başladım. Bu esnada mesai saati bitti. Herkes çekti gitti. En son çıkması gereken güvenlikçimizden telefonuma "ben çıkıyorum haberiniz olsun" diye mesaj geldi. Ancak benim ziyaretçilerle görüşmem bir saat daha devam etti. Onları da uğurladıktan sonra boşalan binanın ışıklarını söndürmeye başladım. Otomatik sürgülü giriş kapısının otomatiğini kapatıp güvenlik için arkasına kesik süpürge sapı yerleştirmeye çalışırken aklıma dereceleri ve makamları aynı olamaz diye bir düşünce geldi. Keşf ehli olan kişi dünyanın cismani zevklerini terk ediyordu ama daha dünyada iken ulaştığı makamlar ona dünyanın cismani zevkleri ile kıyaslanamayacak zevkler veriyordu. Üstelik bu zevkler geçici de değildi. Akıl genişledikçe, sorularına cevap bulup makam elde ettikçe dünyevi zevkler, hatta dünyanın kendisi insanın gözünde değersizleşiyordu. Daha dünyada nail olunan bu makam bir ödüldü. Bu makama nail olan insanlar farklı bir boyutta yaşasalar da dünya gözüyle insanlar arasında bir insan olmaya devam ediyorlardı. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Hem dünyada hem de ahirette durum aynıydı aslında. Herkes anlayış olarak kendi kapasitesinin zirvesine ulaşır ve kendi zirvesinde mükafat alırdı. Ve tıpkı dünyada olduğu gibi herkes kendi zirvesini zirve olarak kabul ederdi.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Veyahut ilk soruya verilecek cevap şöyle olmalıydı. İnsan aklı gelişmeye, düşünmeye ve metafiziğe açık olma potansiyeli bakımından farklı değildir. Dünyadaki farklı yaşantı ve anlayışlar kullanıcı tercihidir. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Hakikati sahibi bilir. </div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-3023910316867414202023-08-12T12:41:00.004+03:002023-08-12T12:46:23.982+03:00Gitgide<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0UmX0_HJDm3RaMoSfRJ_6-Aajcmdu21lzfcGQGEtTQKdqo0_wBdSgPLw2GckoyP-ZJuvKiNKM1mcWJMdjRa28O0j28lUv1aKWkCeBetzqWpvUB2MXGRegSzAgPoKmNm48jL83mC4FTWcYOYYFLJUwMlH9Qf5weC_P4mJBZFXO4FEKUK05K6ibZ8Bgcan2/s3000/nihatkasim.net_digital_art_1.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2235" data-original-width="3000" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0UmX0_HJDm3RaMoSfRJ_6-Aajcmdu21lzfcGQGEtTQKdqo0_wBdSgPLw2GckoyP-ZJuvKiNKM1mcWJMdjRa28O0j28lUv1aKWkCeBetzqWpvUB2MXGRegSzAgPoKmNm48jL83mC4FTWcYOYYFLJUwMlH9Qf5weC_P4mJBZFXO4FEKUK05K6ibZ8Bgcan2/s16000/nihatkasim.net_digital_art_1.jpg" /></a></div><br /><p>gitgide yaşarız hayatı</p><p>arzularımız artar gitgide</p><p>mala mülke tamahımız</p><p>iştahımız mükellef sofralar başında</p><p>açlığımız artar </p><p>gitgide</p><p><br /></p><p>konuşuruz konuştukça</p><p>sohbetlerimiz uzar gitgide</p><p>yargılarımız, ikazlarımız</p><p>ve nihayet </p><p>yargısız infazlarımız </p><p>gitgide </p><p><br /></p><p>gitgide alışırız yoksulluğa</p><p>kısır döngüye fikirde</p><p>ne sormak ne bilmek</p><p>ne de çalışmak isteriz</p><p>tembel aklın kölesi oluruz</p><p>gitgide</p><p><br /></p><p>sığ mağaralarda yaşar aklımız</p><p>korunaksız ama dayanıklı</p><p>aynı şeyleri örer durur zihnimizde</p><p>ve cehaletimiz</p><p>nasır tutar</p><p>gitgide.</p><p><br /></p><p>bin bir çiçekli baharda</p><p>bir çiçek koyarız bardağa</p><p>onu da kökünden koparıp</p><p>isyan eder ateş böcekleri çiçekler üstünde</p><p>ve sonra ölürler bir bir</p><p>alışırız karanlığa </p><p>gitgide</p><p><br /></p><p>kapatsak da kapılarını kalbimizin</p><p>çizsek de rotamızı kendimizce</p><p>bir deniz feneri cezbeder bizi</p><p>bir sahil dolusu zevki arzularız gizlice</p><p>dümen kırarız suyuna günahların</p><p>ve bilmek istemeden kaybettiğimizi </p><p>kayboluruz </p><p>gitgide</p><p><br /></p><p>hak dalgalanır sancağımızda</p><p>iskelemizde günah</p><p>hak görünürken zirvelerde</p><p>bir iskele dolusu yüke</p><p>alışırız</p><p>gitgide</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-52723221617780836372023-08-12T08:57:00.003+03:002023-08-12T08:57:13.288+03:00Arabi Notları: Cennet ve Cehennem Sonsuz mudur?<p style="text-align: justify;"> <span> </span><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrhu36jgg1YIwNPtgoEAYYKqAGOooQq6T3Ly0gLX4kjh_zKCUFNoHY5HINZpZzAsqzE51nVCGcDs6VXVtWmuAxnU6nYfJrWLbELphMHIDkcnWOVv90u0637etBTWANRMgll8jXMdJPQjlSaqmUMzHavLOx-bNLFSwR0FcTuqIjPNvv5SE6p45lYUrFuryB/s1024/nihatkasim.net_digital_art.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="768" data-original-width="1024" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrhu36jgg1YIwNPtgoEAYYKqAGOooQq6T3Ly0gLX4kjh_zKCUFNoHY5HINZpZzAsqzE51nVCGcDs6VXVtWmuAxnU6nYfJrWLbELphMHIDkcnWOVv90u0637etBTWANRMgll8jXMdJPQjlSaqmUMzHavLOx-bNLFSwR0FcTuqIjPNvv5SE6p45lYUrFuryB/s16000/nihatkasim.net_digital_art.jpg" /></a><span><br /><br /></span></p><p style="text-align: justify;">Uzun süredir bir başucu yapıtı gibi okumaya devam ettiğim İbn-i Arabi'nin hayli geniş hacimli eseri -elimdeki baskısı ile 18 cilt- Fütühat-ı Mekkiyye benim için adeta bir üniversite niteliğinde. Günümüzde hiçbir eğitim müessesesinin müfredatı Fütühat-ı Mekkiyye kadar geniş kapsamlı değildir. Bu sebeple, daha önceki yazılarımdan birinde belirttiğim gibi, bir Arabi Üniversitesi kurulmalı ve İbn-i Arabi'nin eserleri fıkhi, tasavvufi, felsefi ve bilimsel açıdan ele alınmalıdır.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Arabi, Fütühat-ı Mekkiyye'sinde felsefi veya bilimsel başlıklar altında görüş beyan etmez. Görüşlerini fıkhi başlıklar altında o konunun batıni yorumu veya hikmeti olarak dile getirir. Örneğin "abdest alınacak suların nitelikleri" başlığı altında su, su döngüsü gibi konular hakkında zamanının ötesinde bilgi verir. En saf ve en temiz suyun yağmur suyu olduğunu, çünkü yağmur suyunun buharlaşarak arındığını, içinde suya ait olmayan diğer maddelerin etkisinin kalmadığını, oysa en temiz gibi görünen kaynak sularının bulaştığı madenlerden ve topraktan maddeler içerebileceğini söyler.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Benzer şekilde "Ramazan'da itikafa nasıl girilir?" başlığı altında mekanı anlam bakımından yorumlayan Arabi asıl konunun çok ötesinde olağanüstü bilgiler verir. Arabi'ye göre hakkın işi daireseldir. Dairenin varsayımsal olmanın dışında başı ve sonu yoktur. Bütün varlıkların tümeli olan feleğin (buradaki anlamı alem, kainat olmalı) şekli daireseldir. Alem, dairesel şekli ilk kabul eden varlıktır. Bu sebeple küre şekillerin en üstünüdür. Arabi, sadece alemin değil bütün varlıkların latif veya apaçık şekilde dairesel olduğunu öne sürer ve bunun varlık için bir zorunluluk olduğunu dile getirir. Burada kastedilen dairesellik sadece şekli bir dairesellik değil döngüdür. Yaratılan her şey bu döngünün içerisindedir. Hatta Arabi başka bir fıkhi başlık altında bu dairesellikten dolayı ilk ve sonun tesbihin taneleri gibi yan yana olacağını öne sürmüştür. </p><p style="text-align: justify;">Dairesellik ve daireselliğin nedeni olan döngü, döngünün nedeni olan hareket zamanın nedeni ve başlangıcıdır. Hareketsiz ve sabit cisimler için zaman yoktur. Özellikle dairesel hareketle zaman ölçülebilir hale gelir. Arabi gezegenlerin hareket ve döngü hızlarının birbirinden farklı olduğunu dolayısı ile bazı gezegenlerin aylarının 30 yılı bulabileceğini söyler. Nitekim modern bilim Venüs'ün bir gününün 243 dünya gününe eşit olduğunu göstermiştir. Yani bu gezegenin 30 günü yaklaşık 20 dünya yılına tekabül etmektedir.</p><p style="text-align: justify;">Arabi'ye göre burçlar feleğini kat eden feleklerin hükmü cehennem üzerinedir. Dairesel hareket eden cisimlerin bir zamanı ve bir ömrü olduğunu bildiğimize göre cehennemin de hükmü altında olduğu felekler gibi bir ömrü vardır ve sonsuz değildir. Oysa cennet -sabit veya doğrusal hareket eden veya örfi olarak sabit bilinen- burçlar kuşağı hükmündedir. Doğrusal harekette ve sabit cisimlerde zaman yoktur. Bu durumda cennet hükmü altında olduğu gök cisimleri gibi zamansız, yani sonsuzdur.</p><p style="text-align: justify;">Arabi bu fikrini felsefi açıdan şöyle destekler. Varlığı zorunlu ve mutlak varlık olan Allah'tır. Allah rahmettin kendisidir ve kötü sıfatlardan münezzehtir. Azap ise sonradan ortaya çıkan arızi bir durumdur. Arazlar geçicilik hükmünden kurtulamazlar. Sonradan var olan her şey yok olacaktır. Öyleyse arızi olan azap da sonsuz olamaz. Bu fikirden hareketle sonsuz azap fikrinin zayıf olduğu söylenebilir. </p><p style="text-align: justify;">Allah'ın rahmeti kuşatıcıdır. O, azap dahil her şeyi kuşatır. Kuşatılan her şey sonludur. O halde azap sınırlı rahmet sonsuzdur. </p><p style="text-align: justify;">Bilinen ve kabul gören İslami hükümlere karşın aykırı sayılabilecek bir fikri bu şekilde ispatlamaya çalışan Arabi yazısının sonunda Allah'a hamdederek "Allah kulunun kendisi hakkındaki inancına göredir" der. Sırf bu cümle bile samanlığa düşen kıvılcım gibi insanın hakka dair bütün bilgisini tarumar edecek niteliktedir. </p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;"><i><span style="font-size: x-small;">*Kullanılan görsel çalışma masamın artificial intelligence tarafından yorumlanmış halidir ve 'yorumlar'ın hakikati ne kadar gösterebileceğinin veya gizleyebileceğinin delilidir. :) </span></i></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-3571699133765280222023-08-11T14:58:00.007+03:002023-08-11T15:03:31.747+03:00Ebedi Cennet Anlayışı<div style="text-align: justify;"> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAwPmM_BJYuOvv2cTUmqLkNNjPQEB0Ps_s0wEdUcYI3s4uH692LDCLAXDBygfOf3RTsr8mpwCtpQWO9wxiJyujzxSZGW6Oe8A4szhTyKf40t_mZQJW1TothEIoEJHSPpPsYIJ2_o2MvH2LyhkBohVZFwYHv9rCzOhTgFYfCkwuz9Q5LWR21QvRATlyuxSI/s1024/nihatkasim.net.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="768" data-original-width="1024" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAwPmM_BJYuOvv2cTUmqLkNNjPQEB0Ps_s0wEdUcYI3s4uH692LDCLAXDBygfOf3RTsr8mpwCtpQWO9wxiJyujzxSZGW6Oe8A4szhTyKf40t_mZQJW1TothEIoEJHSPpPsYIJ2_o2MvH2LyhkBohVZFwYHv9rCzOhTgFYfCkwuz9Q5LWR21QvRATlyuxSI/s16000/nihatkasim.net.jpg" /></a><br /><br /></div><div style="text-align: justify;"> <span> </span>İnsan felsefi açıdan "mümkün" olarak nitelendirilir. Yani varlığı akla ters değildir, imkan dahilindedir. Bu durum insanın yokluğunun da mümkün olabileceğini gösterir. Öyleyse insan varlık ile yokluk arasındadır. İnsan varlığa ve var olmaya meyilli yaratılmıştır ve insan nefsi daima ebediyeti arzular. Oysa ebediyet varlığı zorunlu ve kendiliğinden olan Allah'a aittir. Varlığı sonradan olan hiçbir şey ebedi olamaz. Bu durumda insan ebediyete nasıl ulaşacak? Sonradan var olan bir varlık nasıl ebediyeti kazanacak? </div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Bunun tek bir açıklaması olabilir. İnsan beden ve ruhtan oluşmaktadır. İnsan bedenine ruh Allah tarafından üflendiyse -ki ayet-i kerimeye göre öyledir- o ruh da ebedidir. Sonradan var olan, insanın cismani yönüdür. O halde diyebiliriz ki insanın seyr-i sülük-ü ebediyetedir. Hakk'a uygun yaşayıp emanet denilen o ruhu en saf haliyle sahibine geri verebilenler ebediyeti kazanmış olacaklardır. Bu da insanın arzu ettiği şeyin gerçekleşmesi demektir. Nitekim Farabi cennet ve cehennemden bahsederken cenneti ebediyet, cehennemi yokluk olarak anlatır. Ona göre hayatın kendisi olan ruhun aslına dönemeyerek yok olma ihtimali, o ruh için cehennem diye tasvir edilen azaptan daha kötüdür. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Tasarrufa göre ise insan, Hak'ta fena ve beka bulur. Yani nefsini terbiye ederek onu üflenen ruhu en saf haliyle ait olduğu yere götüren kişi kurtuluşa erer. Daha açık ifade etmek gerekirse Hak'tan bir parça olan insan Hakk'ın mutlak iyilik sıfatını koruyamamışsa tekrar onunla birleşmesi fena ve beka bulması mümkün değildir. Çünkü Hakk kötü sıfattan münezzehtir ve kötüyü kabul etmez. Burada da "doğal" diye nitelendirdiğimiz hükümler geçerli aslında. Her şey aslına rücu eder. Emanet sahibine alındığı gibi verilir. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Peki insanın fena ve beka bulması nasıl cennet olabilir? Aslında insanın Hak'ta beka bulması tasvir edilen cennetin çok ötesinde bir durumdur. Avama tasvir edilen cennet, insanın sınırsız zevke ve güce kavuştuğu bir mekandır. Oradaki zevkler dünya zevklerinden mülhem anlatılmıştır. İnsanın Hak'ta fena ve beka bulmakla elde ettiği cennet ise nehirdeki damlaya, hatta su zerreciğine nispetle okyanus gibidir. Su zerresine okyanus anlatılmaz. Anlatılsa da ancak onun anlayacağı şekilde, kendi içinde bulunduğu ortamdan ilhamla anlatılır. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Aslında beşer gerçekten de nehirdeki su zerresi hükmündedir. Okyanus cinsindendir fakat okyanusu bilmez. İnsanın kendini bilmesi ile rabbini bilmesinden kastedilen durum tam olarak budur. Kendini bilen insan cennet tasvirlerini bir kenara koyarak hakikati müşahede eder ve "isteyene ver sen anı, bana seni gerek seni" der. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Nehirlerdeki her su zerresinin yolculuğu okyanusadır. Okyanusa ulaşan her zerre döngüsünü tamamlayıp aslına rücu ederek okyanusun bir parçası olur ve onun servetine, onun gücüne sahip olur. Ancak su zerreleri için okyanusa ulaşmak kolay değildir. Göllerin geçici nimetlerinde takılanlar, vahşi hayvanlara yem olanlar, buharlaşanlar, okyanus yolundaki engelleri aşamayanlar asla okyanusa ulaşıp onun bir parçası olamazlar. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">İbn Arabi de ezeli ve ebedi olan Allah'ın mutlak iyi olduğunu, kötülüğün sonradan ortaya çıktığını, sonradan ortaya çıkanların mutlaka zeval bulacağını söyler. Öyleyse nefisler de ya iyi olarak bekabillah makamına ulaşacak ya da kötü olarak zeval bulacaktır. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Meşşai felsefenin ve tasavvufun zaman zaman ittifak ettiği bütün bu düşünceler ve çıkarımlar tasavvufçulara göre keşfi, felsefecilere göre teorik bilgilerdir. Birçok islam alimi, fakihi ve kelamcısı tarafından teorik bilgi akıl ürünü olduğu için yetersiz bulunmuş, tasavvuf da dinin batıni yorumu olduğu için reddedilmiştir. Ortaya konulan bu bilgiler işin hakikati bile olsa o bilgiye düşünce veya keşifle ulaşan ile onu rivayetle öğrenen kişilerde aynı etkiyi bırakmaz. Bu tür bilgiler bilgi sahibine göre deryada damla hükmündeyken avam, istidadı ve yeterliliği olmadığı halde bu bilgiler üzerinden bir hükme varmaya kalkanlar o damlada boğulabilirler.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Peki felsefeciler, tasavvufçular, keşf ehli ortaya koydukları bu görüşlerinde isabetli midir? Onu da ancak Allah bilir.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><i>Not: Zerrenin okyanusa yolculuğu, cennet ve cehennem anlayışı, cennet ve cehennemin hangi burçlarda olduğu, kötü zevale mahkumsa cehennemin ebedilik meselesi gibi birçok konu hakkında not tutmaya devam edeceğim. </i></div><i><b><br /><br />Bahsedilen ayet:<br /> Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan yaratan, sonra onun soyunu, bayağı bir suyun özünden yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah'tır. Size kulaklar, gözler, kalpler verilmiştir. Öyleyken, pek az şükrediyorsunuz. (Secde Suresi 7, 8, 9)</b></i><div><div dir="auto" id="m_2784498071009751967ms-outlook-mobile-signature" style="background-color: white; color: #222222; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: small;"></div></div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-90734774023215780132023-08-01T11:36:00.001+03:002023-09-24T18:10:49.840+03:00Karagöl Yaylası Çadır Kampı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdQaHqT8wObUPACsL0zUW8B04XbhrLucsPXB72W-iONgQlpDYEKccHeqGRO9d5czlhn4VyWtM48fYUjFhyT_0aoFBZ6xVUOAbAoCnPPiqyAjJF4h1_rn6qwG-AajPwLKLfpP0Lb3d_Nzgn9VijlhKEq_5vQxQpm3xl_VoovGf9zxQDUEam08AbD-JjMF5F/s4032/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(44)%20copy.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="3024" data-original-width="4032" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdQaHqT8wObUPACsL0zUW8B04XbhrLucsPXB72W-iONgQlpDYEKccHeqGRO9d5czlhn4VyWtM48fYUjFhyT_0aoFBZ6xVUOAbAoCnPPiqyAjJF4h1_rn6qwG-AajPwLKLfpP0Lb3d_Nzgn9VijlhKEq_5vQxQpm3xl_VoovGf9zxQDUEam08AbD-JjMF5F/s16000/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(44)%20copy.jpg" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Efenim, geçen yıl tadı damağımızda kalan Poyrazlar Gölü kampından sonra defalarca kamp için niyetlensek de fırsat bulamadık. Bu yıl, fırsatlar bulunmaz, oluşturulur diyerek internette kamp mekanı alternatiflerini taramaya başladım ve mesire alanı statüsünde olması dolayısıyla girişlerin serbest olması -malum, orman yangınları sebebiyle ormanlara giriş yasak- etrafının çevrili olması, - ki gece yabani hayvanların çadıra çok yaklaşması çocukları tedirgin ediyor- gibi sebeplerle Sakarya'nın Taraklı İlçesine bağlı Karagöl Yaylası'na gitmeye karar verdik.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Geçen yıl edindiğim bütün kamp levazımatı hazır olduğundan yola çıkış hazırlığı pek uzun sürmedi. Tüm kamp hazırlıklarının en sevmediğim yönü olan bisiklet aparatını aracın arkasına bağlayıp bisikleti sabitleme işini de hallettikten sonra Cumartesi sabahı Gebze'den yola koyulduk. İki saati aşkın sürede kamp alanına vardık. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Böyle etkinliklerde yola çıkmadan önce yapılması gereken hazırlıklar genellikle gözümde büyür. Kamp kurulacaksa her açıdan tedarikli olmak gerekir ki bu da hazırlığın biraz stresli ve yorucu geçmesine sebep olabilir. Ancak kamp alanına yaklaştığınızda ve doğa sizi karşıladığında bütün yorgunluk ve stres geride kalır. Karagöl Yaylası'nın bağlı olduğu Mahdumlar Köyü'nü geçtikten sonra bizi kucaklayan gökyüzünün maviliği, ormanın yeşili ve doğanın güzelliği bizim de bütün yorgunluğumuzu aldı. </div><br /><div style="text-align: justify;"><span> </span>Yaylaya ulaştığımızda gölün etrafındaki alanların çadırlarla ve karavanlarla dolu olduğunu gördük. Bazı mesire alanlarında olduğu gibi çadırlar için herhangi bir yer belirlenmemişti. Dilediğimiz yere çadır kurabilirdik. İnsanlara, kalabalık gruplara çok yakın olmayan, insanların bizi rahatsız etmeyeceği, salıncak ve hamak kurabileceğimiz gölgelik bir alan bulmak amacıyla aracımızla gölün etrafındaki toprak yolu dolandık. ancak nereye kamp kuracağımıza karar veremedik. </div><div style="text-align: justify;">Araçtan inerek uygun kamp yeri için dolaşmaya başladık. Tereddütle de olsa gölün tamamına hakim olmayan, ancak ormana yakın, ağaç gölgesi olan bir yerde karar kıldık. Ancak seçtiğimiz yerde çevre kirli bırakılmıştı. Kamp alanının dolu olmasına rağmen bizim seçtiğimiz bölgenin tercih edilmemesi muhtemelen bununla ilgiliydi. Biz de bölgeyi temizlemeye karar verdik. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Çadır kampının zevki çadırın kurulmaya başlamasıyla başlar. Çadırımızı kurduktan sonra çevre temizliğine başladık. Önceki kampçılardan ve piknikçilerden kalan poşet, pet şişe kapakları gibi ne varsa temizleyip kamp alanımızı temiz hale getirdik. Ardından hamak ve salıncağımızı kurduk. Salıncağı kurduktan sonra denemek için salıncağa oturduğumda salıncak iplerinden sesler gelmeye başladı. Oysa ipi aldığım esnafa salıncak için ip aldığımı, ipin dayanıklı olup olmadığını sormuştum. o da bana "ohooo, senin gibi yüz kişiyi taşır bu ip" demişti. Seslerden rahatsız olup salıncaktan indim. O esnada aynı iple bağladığım hamağın ipi koptu, oğlum yere düştü. Neyse ki önemli birşey yoktu. Anlaşılan aldığım ip de memleketin esnafı gibi çürümüş, işe yaramaz hale gelmişti. Mecburen salıncaktan vazgeçmek durumunda kaldık. Hamağı bağlamak için de kemer kullandık.</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Kamp akşamları güzeldir. Açık ateşin etrafında geç saatlere kadar vakit geçirmek, yayla soğuğuna karşılık, o ateşin dışınızı, çayın kahvenin içinizi ve o güzel anların gönlünüzü ısıtması kampın amacını özetler gibidir. </div><div style="text-align: justify;">Geç vakitlerde düşen çiy çadırın dışını ıslak hale getirmişti. Gölün etrafındaki diğer çadırlardan gelen sesler ile ormanın derinliklerinden gelen silah sesleri arasında yatmaya gittik. Saat gece yarısını geçtikten sonra neredeyse bütün beşeri sesler kesilmiş, çakallar ulumaya başlamıştı. Çakal sesleri sabah ezanı ile son buldu. Ben de kalkıp çadırdan çıktım. Hava oldukça soğuktu. Yatmadan önce söndürdüğümüz ateşi toplayarak yaktım. Kamp alanına göz attım. Geceyi benim gibi uykusuz geçirenler kalkmışlar ateş yakma derdine düşmüşlerdi. Benim maksadım kahve pişirmekti. Zira dün geceki kahvenin tadı damağımda kalmıştı.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Kamp tatili zordur, rahatına düşkün olanlara göre değildir. Bedene değil ruha yönelik hazlar vaadeder. Ruha yönelik haz elde etmek nefse ağır gelebilir ve bedeni yorabilir. Ancak ruhun hazzı nefsani hazlar gibi insanda derin boşluklar açmaz. Bilakis insanın yaralarını sarar. Böyle demlerde insanın nefsini susturup ruhunun derinliklerine inmesi huzuru bulmasına vesile olur. Ancak bizim kamplarımız genelde böyle geçmez. Kampta, kampın zorluğuna isyan eden nefsimizi sürekli kendi hazlarıyla besleyerek susturmaya çalışırız. Kahveyle, mangalla, hamakla, salıncakla onu teselli etmeye çalışırız.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Kamp gibi bir olayın gidişatını anlatmak pek bana göre değil aslında. Bu sebeple ben yine konuyu kendi üslubuma bağlamış oldum. Hazırlık telaşından olsa gerek, kamptaki en büyük eksiğimiz kitaptı. Oysa daha çok kitap ve daha uzun kamplar ile yukarıdaki bahsettiğim saf huzuru elde edebilirdik belki.</div><div style="text-align: justify;"> Dünya peşimizi bıraksaydı. <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhYwoVJN6jJUi4s4xxIOqXqD285_1BqycmEALpz46dxwzaTDAZuQdeDeaRh4Enz03m_sGhyZInboPm1FcQG9ilBwfRswZlGILa7krwe_g0EA-dstNLXko8sdRMO4w1P6Mci09X8v-eqFXEOgCe0KAUgQDQ7mj-osh1O7Y3FjrJSfqvjzB8xvEewCLIPm-Zm/s4624/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(151).jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="3468" data-original-width="4624" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhYwoVJN6jJUi4s4xxIOqXqD285_1BqycmEALpz46dxwzaTDAZuQdeDeaRh4Enz03m_sGhyZInboPm1FcQG9ilBwfRswZlGILa7krwe_g0EA-dstNLXko8sdRMO4w1P6Mci09X8v-eqFXEOgCe0KAUgQDQ7mj-osh1O7Y3FjrJSfqvjzB8xvEewCLIPm-Zm/s16000/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(151).jpg" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZHl3Joa9fMSfs6lRQPbGWttuGviRChvMyZO4-6JeRN2tbon3S1CbKhPFddAEMXsVLkliuWqeLLOV0wgaMLjXJScTH_NzqBsoNu9GQQTtzo_rYXBf0ek6TRr3fcrGJb_Sa1GN0zT54jGNTmPZdGJjxOnP2tFrhkRCS-DfLwiR1c09RkOEQl5uj3Us6KrCQ/s4032/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(34).jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="3024" data-original-width="4032" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZHl3Joa9fMSfs6lRQPbGWttuGviRChvMyZO4-6JeRN2tbon3S1CbKhPFddAEMXsVLkliuWqeLLOV0wgaMLjXJScTH_NzqBsoNu9GQQTtzo_rYXBf0ek6TRr3fcrGJb_Sa1GN0zT54jGNTmPZdGJjxOnP2tFrhkRCS-DfLwiR1c09RkOEQl5uj3Us6KrCQ/s16000/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(34).jpg" /></a></div></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgL-BCyUZb4hip8yuBGpBmFfpkXAitltgvnwgGmyxiR6MHKy4-R7JW1IyzLc-jaVmqbt1R_FBmsfoRticPnhR2LMjGOtzdW90zD8TumxCq3A93n5H_g_8WEorlgaVmVq5gY_iP457BTXsDEh5aIF0UWegaJONsIhy5DLRGuw4YfMzayMZLVvxW4Y9quoKq7/s4032/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(79).jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="4032" data-original-width="3024" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgL-BCyUZb4hip8yuBGpBmFfpkXAitltgvnwgGmyxiR6MHKy4-R7JW1IyzLc-jaVmqbt1R_FBmsfoRticPnhR2LMjGOtzdW90zD8TumxCq3A93n5H_g_8WEorlgaVmVq5gY_iP457BTXsDEh5aIF0UWegaJONsIhy5DLRGuw4YfMzayMZLVvxW4Y9quoKq7/s16000/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(79).jpg" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDrMHtXIfnRoKoSIq_6_mkhbe5YSUg-AYTlRsg9Urh63FG8kKN_XmnmrS9KcAD8OJrha8KSVvHhPxlYkqHszUqpSQp2wlUaFRSck43o84nlI2MtyZ1jufr_VHnzoDSFKSHZ-I6Wfx78jTZcLxQmdTaHjg2Ao4C_Yr2EYTul_TAP6mX_968aYcwxlVvXtHh/s4032/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(53).jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="4032" data-original-width="3024" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDrMHtXIfnRoKoSIq_6_mkhbe5YSUg-AYTlRsg9Urh63FG8kKN_XmnmrS9KcAD8OJrha8KSVvHhPxlYkqHszUqpSQp2wlUaFRSck43o84nlI2MtyZ1jufr_VHnzoDSFKSHZ-I6Wfx78jTZcLxQmdTaHjg2Ao4C_Yr2EYTul_TAP6mX_968aYcwxlVvXtHh/s16000/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(53).jpg" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEizay-IHO4dDeLU-8w6VWr1Xj-53DLMO4Tbm0YAphabgd4Qjq4HJaVK34OC-eMKiQm1dIlnlnyoy1hR4aXku6KRkW3zHb1Gnw5-oVpEv9vV7mA3H-BWLEwiMhGasHWQYv3-r6hdHk1Xq0i-aLZX0onJsB0blrgi_suxnMM7vZ5JvJw21hxcRwOgrmY5-1-8/s4032/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(11).jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="4032" data-original-width="3024" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEizay-IHO4dDeLU-8w6VWr1Xj-53DLMO4Tbm0YAphabgd4Qjq4HJaVK34OC-eMKiQm1dIlnlnyoy1hR4aXku6KRkW3zHb1Gnw5-oVpEv9vV7mA3H-BWLEwiMhGasHWQYv3-r6hdHk1Xq0i-aLZX0onJsB0blrgi_suxnMM7vZ5JvJw21hxcRwOgrmY5-1-8/s16000/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(11).jpg" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"></div></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgt5poG6Q0gUyk8AZ5VcCgQEvAxh4cM8DK2RZsJvkL-fd-22bFMLWscFwVmapLt2Luwk2pMpAOxou3-4MHk5AA_YgiLXqWrmq1YMTsKnCZIW0kEqG238TAVxKvBbZWKPdZh3Tt7C_wihbWWlCkGy9RIt_YYKhBQ2pI7EexzpgJjBGdWzOie1vunuP5N26-Q/s4032/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(10).jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="4032" data-original-width="3024" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgt5poG6Q0gUyk8AZ5VcCgQEvAxh4cM8DK2RZsJvkL-fd-22bFMLWscFwVmapLt2Luwk2pMpAOxou3-4MHk5AA_YgiLXqWrmq1YMTsKnCZIW0kEqG238TAVxKvBbZWKPdZh3Tt7C_wihbWWlCkGy9RIt_YYKhBQ2pI7EexzpgJjBGdWzOie1vunuP5N26-Q/s16000/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(10).jpg" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgN2tkwHQEsPqIsR4-_dBSFqwHAEDywpkLBZyW1u9b0wHkit1ZMLivldmdO2JAPO7FJD5GRPJiJmvSfL6kpmM-W09vEgBXOV7hhEHpqK6MjzKYpfnfJK8CztZr8rGx6DEtQff-DpAKZEizwoZYy79N9ZLoKi2XFdjVde2JE4NcljA7khL-TgM2_tPPT25Eb/s4032/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(112).jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="3024" data-original-width="4032" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgN2tkwHQEsPqIsR4-_dBSFqwHAEDywpkLBZyW1u9b0wHkit1ZMLivldmdO2JAPO7FJD5GRPJiJmvSfL6kpmM-W09vEgBXOV7hhEHpqK6MjzKYpfnfJK8CztZr8rGx6DEtQff-DpAKZEizwoZYy79N9ZLoKi2XFdjVde2JE4NcljA7khL-TgM2_tPPT25Eb/s16000/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(112).jpg" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhb4KYo0b1LrtiFZsyauRH9ZqGx6lY_Gc8arsahyZJA4GRj579q2Tln4BngdOVRcMSH3sFCT3ze_4PG2mbvS8PjydAiHIz3YJ8yBujULCqbE0oXRSKi7CTg7XHKrHsKFvSDs-DGkln4Y5_UBLZ-dHAy4L4t6wqU_f6JIm_LfbFvEVT256j9tTRUVEG-n7IY/s4032/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(123).jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="3024" data-original-width="4032" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhb4KYo0b1LrtiFZsyauRH9ZqGx6lY_Gc8arsahyZJA4GRj579q2Tln4BngdOVRcMSH3sFCT3ze_4PG2mbvS8PjydAiHIz3YJ8yBujULCqbE0oXRSKi7CTg7XHKrHsKFvSDs-DGkln4Y5_UBLZ-dHAy4L4t6wqU_f6JIm_LfbFvEVT256j9tTRUVEG-n7IY/s16000/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(123).jpg" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipHkNoCogOE9ZVwVRfmJ5freH5_o0qlMolC5by1ORdhC7G03tuOkBFVfkZ9TYD5xYz3679HkADZ-h3PR23nB5r7BPMkL2iXMmn2pxZ4pAPZN23UDyqkib2fDHh4dpC6ynljrgtLhb62fThLtAvMPRSk1XlI1Kk_YBL-Bg-fOhKsz_D8U4xtNRDhrNAOlGf/s4032/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(31).jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="3024" data-original-width="4032" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipHkNoCogOE9ZVwVRfmJ5freH5_o0qlMolC5by1ORdhC7G03tuOkBFVfkZ9TYD5xYz3679HkADZ-h3PR23nB5r7BPMkL2iXMmn2pxZ4pAPZN23UDyqkib2fDHh4dpC6ynljrgtLhb62fThLtAvMPRSk1XlI1Kk_YBL-Bg-fOhKsz_D8U4xtNRDhrNAOlGf/s16000/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(31).jpg" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgS1b06c5LcoUNzpFu3GG_6ynmDSNn16bvlPIxt3dFCkOkHRMkBJWo9faHo1vRb-WVBYCjL_-70fKMENfnY-O5jLG7qOUeY7IPCK-I2JIhHPLdsKxsU2bMETaYJD9gAmb5eJ4T_oXZT7WPKPsUs1M1uvo11IgfqccZqmKL49eWQMGJU6aS5KTqt5yJ4280q/s4032/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(98).jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="3024" data-original-width="4032" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgS1b06c5LcoUNzpFu3GG_6ynmDSNn16bvlPIxt3dFCkOkHRMkBJWo9faHo1vRb-WVBYCjL_-70fKMENfnY-O5jLG7qOUeY7IPCK-I2JIhHPLdsKxsU2bMETaYJD9gAmb5eJ4T_oXZT7WPKPsUs1M1uvo11IgfqccZqmKL49eWQMGJU6aS5KTqt5yJ4280q/s16000/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(98).jpg" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjW1BlQFya_3NwQaA2pNRTixLhqlzeNvBLq-IMARWPzscoLf5XayBeyGGk3V6btLi0QWdP7Gfj4W77jsmX5NbN9tFdIvvXh_t79G0YWnQxlDV2HIHDrpAY2AxHlG5EEXYluzPMxQ5pmW9jtSVEFK6mWGGlFvErAM5_BdlUsoVlUcWgLs9Aa8ilvY9UXegHA/s4032/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(99).jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="3024" data-original-width="4032" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjW1BlQFya_3NwQaA2pNRTixLhqlzeNvBLq-IMARWPzscoLf5XayBeyGGk3V6btLi0QWdP7Gfj4W77jsmX5NbN9tFdIvvXh_t79G0YWnQxlDV2HIHDrpAY2AxHlG5EEXYluzPMxQ5pmW9jtSVEFK6mWGGlFvErAM5_BdlUsoVlUcWgLs9Aa8ilvY9UXegHA/s320/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(99).jpg" width="320" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBV-KMu9qHDrY3VHLImgSZeZB82U07seh3iiP51pTRpZn5TQGt1i6kCuX8WwZ57wMwEgTHU-AFPSQYRAXcG3RPYpTyEhEpX-j11humshJc-VnzIq48F_LQebftJgchQTF6wmXflSnYBPLt0DTUCtezI39jTjRuh5LHKX_fmMahltgpEI10iv7tok3dVhDL/s4032/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(136).jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="4032" data-original-width="3024" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBV-KMu9qHDrY3VHLImgSZeZB82U07seh3iiP51pTRpZn5TQGt1i6kCuX8WwZ57wMwEgTHU-AFPSQYRAXcG3RPYpTyEhEpX-j11humshJc-VnzIq48F_LQebftJgchQTF6wmXflSnYBPLt0DTUCtezI39jTjRuh5LHKX_fmMahltgpEI10iv7tok3dVhDL/s16000/Tarakl%C4%B1%20Karag%C3%B6l%20Kamp%C4%B1%20(136).jpg" /></a></div><br />Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-49406482736689455152023-05-27T06:26:00.022+03:002023-06-18T09:27:48.148+03:00Yaşasın Şura Hükûmeti!<p style="text-align: justify;"> Kafkas Dağlarının eteğinde, yemyeşil doğanın içinde, ulu ağaçların arasındaki bu harabe okul binaları içimi ürpertmişti. Boyaları dökülmüş, yer yer döşemeleri kırılmış, pencereleri ve kapıları işlevini yitirmiş bu binalar bana eskiyi, onları yapanları, kullananları ve eskitenleri hayal ettirmişti. Belki elli, belki yüz sene önce kim bilir kimlerin kararıyla yapılmış, hangi mimar tarafından planlanmış, hangi ustalar bu dökülen sıvalarının harcını yoğurmuş, kimler bu kırık tahtaları döşemişti. Ahşap bölmeli, iki katlı bu iki binanın dış cephesinin sağ üst köşelerine sosyalist ülkelerde görmeye pek alışkın olmadığımız oryantal tarzda daire şeklinde, mührü andıran süslemeler bile yapılmıştı. Dairelerin ortasına Arapça harflerle sülüs tarzında yazılmış maşallah yazısını görünce hayret ettim. Öyle ya, her ne kadar halkı müslüman da olsa 1920'de SSCB'ye dahil olan ve 1991'e kadar komünizmle yönetilen bir ülkede, üstelik bir okul binasında, üstelik Arap alfabesi ile nasıl maşallah yazabilirdi ki? Binanın 1920 öncesinde yapılmış olabileceğini, her ne kadar komünist hükümetlerin böyle bir anlayışı olmasa da, yazıya sanatsal değeri sebebiyle dokunulmamış olabileceğini düşündüm. Ancak dikkatli baktığımda dairenin içinde, yazının hemen altında Arapça rakamlarla 1946 yazdığını gördüm. Anlaşılan bina 2. Dünya Savaşı'nın bittiği, komünizm marşının daha yüksek perdeden çalınmaya başlandığı ve SSCB'nin dünyanın en büyük güçlerinden biri haline geldiği bir dönemde yapılmış, yazı da o tarihte yazılmıştı. Bu durum bana hayli ilginç geldi. Nice komünistler yetiştirecek bir okula "maşallah" yazılır mıydı? Belki de Sovyet hükümetlerinin dine karşı tutumu bize anlatılanlar kadar sert değildi. Kafamda soru işaretleri ile biraz ileride semaverin etrafında oturan arkadaşlarımın yanına döndüm. </p><p style="text-align: justify;">Misafir olarak bulunduğum bu eski okul yerleşkesinde öğretmen arkadaşlarım öğrencileri ile birlikte kamp yapıyorlardı. Böyle kamplarda ulu bir ağacın altında veya bir çardakta yanan devasa semaver ve o semaverin etrafındaki sohbet ortamı kampın en eğlenceli yeri ve anı sayılır. İşte yine semaver hazır olmuş, bergamot kokulu çaylar kalın Rus bardaklarına dökülmeye başlanmıştı. Binanın köşesindeki yazıyı incelediğimi gören bir arkadaşım; "Okudun mu, ne yazıyor?" diye sordu. "Maşallah" dedim. Gülümsedi. Tasdik eder gibi başını salladıktan sonra biraz ileride semavere odun hazırlayan ve bu köyün yerlisi olan yaşlı bir çalışanı çağırdı. Okul binaları ile birlikte eskiyen yaşlı adam, hazırladığı odunları kucağına alarak yanımıza geldi. </p><p style="text-align: justify;">70 yıl süren komünizm rejiminin ardından özgürlüğünü kazanan bu ülkede, başta yaşlılar olmak üzere neredeyse herkes geçmişteki düzenin ve maddi imkanların özlemini duyuyor aynı zamanda şimdilerin fakir ama gururlu rolüne alışmaya çalışıyorlardı. Geçmişte mensubu oldukları ve çoğu kez büyük bir sitayişle anlattıkları, maddi olanaklarından faydalandıkları, madalyalarını hala yakalarında taşıdıkları, ancak onlara ait olmayan bir bayrak, bir dil, büyük bir devlet ile şimdi vatandaşı oldukları ve halkıyla, hükumetiyle, diliyle, diniyle, bayrağıyla kendilerine ait olan ancak imkanları çok kısıtlı bir devlet arasında bocalıyorlardı.</p><p style="text-align: justify;">Yaşlı amca, kucağındaki odunları semaverin yanına bırakırken "buyur muallim" dedi. Arkadaşım yaşlı amcaya okulun duvarındaki süslemeyi göstererek "orada ne yazıyor" diye sordu. Yaşlı amca doğruldu, bana baktı. "Muallim, hoş gelmişsen" dedikten sonra eliyle yazıyı göstererek kendinden gayet emin bir şekilde "orada yaşasın şura hükumeti yazıyor," dedi. Semaverin etrafında oturan herkesin yüzüne bir gülümseme dağıldı.</p><p style="text-align: justify;">70 yıllık Sovyet Sosyalist Cumhuriyet rejimi süresince bu topraklarda eski kültüre ve İslam'a dair hiçbir şey öğretilmemiş, Arap alfabesi, yani daha bizce bir tabirle eski Türkçe de unutulmuştu. Bu sebeple olsa gerek ki orada maşallah yazdığını kimse bilmiyordu ve yazı muhtemelen bu nedenle bunca yıl komünizme direnerek o duvarda kalabilmişti. Üstelik tüm köylüler o yazının bir komünizm yönetimi sloganı olduğunu düşünüyordu. </p><p style="text-align: justify;">Semaver yandı, söndü, bardaklar doldu, boşaldı, çaylar içildi, muhabbet son demine geldi. Artık kamptan ayrılma vakti gelmişti. Benimle birlikte kamptan ayrılacak olan arkadaşlarımın hazırlanmasını beklerken yeşillikler içerisindeki eski ve sakladığı onca yaşanmışlıklarla gizemli okul binalarının önünde dolaşmaya başladım. Mührü andıran maşallah yazısının önüne gelince durdum ve yazıya baktım. Aklıma amcanın "yaşasın şura hükumeti" deyişi geldi. Kim bilir bu okulda bunun gibi kaç slogan öğrenmişler, yakalarındaki madalyalarla kızıl bayrak altında kaç zafer nutku dinlemişler ve komünizmin gururlu birer vatandaşı haline gelmişlerdi. Şimdi, o rejimin harabeleri içinde, özellikle maddi olanaklar açısından o günlerin özlemini duydukları kesindi. Bu sebeple olsa gerek yaşlı amcanın öyle bir "yaşasın şura hükümeti" deyişi vardı ki... </p><p style="text-align: justify;">Yazıya tekrar bakınca maşallah yazısının etrafındaki kalın çemberin bir süs değil de Arap alfabesiyle rikaa tarzı bir yazı olduğunu fark ettim. Şaşkınlıkla ve merakla okumaya çalıştım. "Yaşasın şura hükumeti" yazıyordu. </p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-16664331310651270132023-05-24T15:25:00.003+03:002023-05-24T15:29:01.719+03:00Arayış<p style="text-align: justify;"> <span> </span>Kayboldum düşünceler arasında. Sonsuzluğa yetemedim. Akıl havaya karıştı, buhar oldu, uçtu gitti. "Neden" sorusuna cevap bulamadım zihin kütüphanemde. Dünyanın yerini kaybettim, ölüm elimde sahipsiz kaldı. Her an, her lahza harikulade haller yaratılırken aynı anda devam eden bozuluş ve yok oluşlara anlam veremedim. Bir insanın ölümü ile dünya, hatta kainat kadar büyük bir balonun patlaması gibi zihninin, düşüncelerinin, arzularının, heva ve hevesinin yok oluşuna, sonra o mükemmel varlığın toprağa verilerek çürümeye terk edilişine ve her an binlerce harikulade varlığının fesadına, bir çiçeğin soluşuna, bir kedinin ölümüne takıldım kaldım.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Her şey güzel dünyada, her varlık harikulade. Kötülük, boşluk, anlamsızlık benim zihnimde sadece. Ben en kötüyüm ve benden başka herkes iyi.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>İyi olan benim kainatta. Hatta en az kainatın en iyisi kadar iyiyim. Çünkü kainatın harikulade halleri ancak benim varlığımla mümkün. Onları harikulade olarak anlamlandıran ve onlara hayranlık duyan benim. Ben bu harikalar diyarı sanat galerisinin ziyaretçisiyim ve bu galerideki her eser ancak benim anlayışım kadar değerli. Anlamıyorsam eserden, takdir edemiyorsam sanatı, ben yine en kötüyüm.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>İşte bu harika galeriyi anlamlandırıp ona değer biçen her lahza kevn-ü fesada tanıklık eden ben, bu kadar değerliyken, nasıl çeker giderim? Dünya harikulade hallerin cismani tezahür mekanı iken cisim olmadan hangi cennet beni tatmin eder? Hangi cehennem yakar?</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Yanmaksa sonumuz, o hep ruhumuzda var zaten. Hep bize anlatılan ancak gösterilmeyen, gösterilen ancak tattırılmayan, tattırılan ancak zevk vermeyen, zevk veren ancak sürekli olmayan hallerin bunalımlarını, sıkıntılarını, özlemini, arzusunu, sevgisini, nefretini, öfkesini, umutsuzluğunu, mutsuzluğunu, çaresizliğini duymuyor muyuz içimizde? Bütün yaşantımız bu değil mi? Peki bu cehennem değilse nedir?</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Dün koltuğa uzandığımda tavana vuran güneş ışıklarını gördüm ve bu bana çocukluğumu hatırlattı. Zihnimi her şeye kapatarak o ana gittim bir süre. Bir yaz günü evde uyumuş uyanmışım. Vakit zevale yakın. Bir ortaçağ köyü, ortaçağ sessizliği ve uzaklardan gelen ortaçağ sesleri. Güneş tavana vuracak kadar alçalmış. Sinekler vızıldayarak havada kavisler çiziyor, kim bilir belki beni de onlar uyandırmışlardır. Tüm varlığım ve tüm mutluluk kaynağımın yokluk olduğu anlar. Şimdi sahip olduğum hiçbir şeyin hayaline bile sahip olmadığım ama şimdi sahip olamadığım ya da elimde tutamadığım mutluluğun ve huzurun hep benimle olduğu anlar... Şimdi bana cennet deseler hep o an derim. Cehennem deseler şimdiki zaman...</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Sorsalar bu an neden cehennem diye, derim ki; "kayboldum düşünceler arasında. Sonsuzluğa yetemedim. Akıl havaya karıştı, buhar oldu, uçtu gitti."</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-31097928195878489882023-02-19T17:16:00.005+03:002023-05-24T16:17:37.666+03:00İnsanın İlahi Gücü<div style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span>Böyle bir başlık gerekli miydi bilmiyorum. İstemek, dua etmek, evren, yaratıcı, kader gibi kavramlar arasında düşünce dünyamı şekillendirmeye çalışırken her şeye takılıyor, okuduğumu, izlediğimi, duyduğumu kendi süzgecimden geçiriyor, her şeyde kendi penceremin yansımalarını görüyorum. Tüm kainatın misâl-i musağğarı veya bizzat kendisi diye tanımlanan insan o kainatın özelliklerini taşıyor. Üstelik o insan ki yaratıcısının yeryüzündeki halifesi ve onun sıfatlarının tecelligâhı konumunda. Bütün bu tanımlar insana farkında olmadığı bir güç yüklüyor ve insan farkında olmadan bu gücü kullanarak kendi yaşantısını ve kaderini belirliyor.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span>Dünya varlığına talip olanlar arzusunun samimiyeti ölçüsünde -ki buna ihlas deniliyor- ona ulaşıyor. Gerçekten sahip olduğu o gücü dünya için kullanan kişi onu elde ediyor. Böyle bir kişinin düşünce yapısı para, mal, mülk etrafında şekilleniyor. O, hedefine muhalif her türlü ahlaki engeli menfaatine uygun şekilde yeniden yorumlayarak veya gözardı ederek ilerliyor. Bunu yaparken diğer tüm değerlere saygısızlık yapmıyor, hatta çoğu zaman saygısını izhar ediyor. Ancak altının tonlarca topraktan elenerek elde edilmesi gibi böyleleri süzgeçten geçirildiğinde onlardan geriye kalan dünya hırsı oluyor. Hedefe odaklanmadaki bu samimiyet ve bu ihtiras çoğu zaman arzulanana ulaşmakla sonuçlanıyor. Nitekim Şura Sûresi'nin 20. ayetinde <b><i>"Her kim ahiret kazancını isterse, biz onun kazancını artırırız, her kim de dünya kazancını isterse ona da ondan veririz, ama onun ahirette hiçbir nasibi yoktur."</i></b> deniliyor. </div><div style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span><span> </span></div><div style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>Maddiyatı, dünya refahını çok arzulandığı halde ona ulaşamayanların muhtemelen kendilerinin de farkında olmadığı ve maddiyata feda edemeyecekleri daha başka hedefleri olduğundan onlar o dünya refahı hedefine ulaşamıyorlar. İnsanın isteğinin gerçekleşebilme olasılığı o istek için neleri feda edebileceği ile doğru orantılıdır. Dünya malını isteyen kişi onu herşeyden çok istemiyorsa ona ulaşamaz. Ulaşsa bile o, onun isteği ile kendi elde ettiği bir mal değil, lütf-u ilahi niteliğinde bir imtihan vesilesidir. Bu şekilde zengin olanların başka ulvi hedefleri olabilir ve bu devletliler yeri geldiğinde malını feda etmekten çekinmezler.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span><span> </span>Tasavvufta da durum böyle değil midir? Hakkı hedef gören sofuların o hedefe ulaşmaları ancak her şeyi terk etmeleri ile mümkündür. Samimi ve halis bir arzu ile kişi hak katında meratib kateder. Seni bu yoldan alıkoyma ihtimali olan dünyevi arzuların ve malın, hatta Feriduddin El-Attar'ın tabiriyle "kefen parası" diye bir köşeye koyduğun üç beş kuruş bile ihlasına gölge düşürür, sana engel olur.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span><span> </span>Şimdi, -hem maddi hem de manevi- her iki durumda da iradi istek konusudur. Bu istek ve arzu aslında samimi duadır. Duadaki samimiyet harekete geçmeyi gerektirir. Bu hareket ya hayvani nefsi besleyecek eylemlerle ya da nefsi köreltip ruhu cisimden arındıracak ibadetle olur.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span>Vahdet-i vücudun bir parçası olma ve parçanın bütünü temsili yönünden insanın her duasının gerçekleşme olasılığı vardır ancak yukarıda ifade ettiğim gibi her dua kalben, lafzen ve fiilen arzulamayı gerektirir. Toplu dualar bir bütünün çoğunluğunun irade koyması gibidir ki duaya konu olanın gerçekleşmesi her zaman daha olasıdır. Dua hakka doğru veya hakka muhalif bir mertebedir. Duanın kabulu kişinin o mertebeyi elde etmesidir. Dua ile elde edilen bu şeyler bir imtihan vesilesi değil neticesi olarak verilir. Ve o neticeler de birer vesileye dönüşür. </div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-87810747295046209852023-02-19T14:50:00.013+03:002023-02-19T20:29:51.308+03:00Martin Heidegger ve Metafizik<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgFN3fpfLxmoDW66AKHqjENaNedDvXJ1AmGHwNVoRlAe59Uahj9ulwEChgbkeo7zKz_Lpi7MQFC6Cmo37LHEMVUxJ5LwcnN9mwh3VusoRJeS_HCQ2zGLhw0nkvc9c7R0RrX2W5Ln5Bfo1eD0IzYOFEdNBxSzjpz-En2bAg5Zrmvn_4Fsn8oACztXdoUTg/s4288/nihatkasim.net.jpeg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2416" data-original-width="4288" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgFN3fpfLxmoDW66AKHqjENaNedDvXJ1AmGHwNVoRlAe59Uahj9ulwEChgbkeo7zKz_Lpi7MQFC6Cmo37LHEMVUxJ5LwcnN9mwh3VusoRJeS_HCQ2zGLhw0nkvc9c7R0RrX2W5Ln5Bfo1eD0IzYOFEdNBxSzjpz-En2bAg5Zrmvn_4Fsn8oACztXdoUTg/s16000/nihatkasim.net.jpeg" /></a></div><br /><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span>İnsanın düşüncelerini derleyip yazıya dökmesi bir ağacın gövdeden bir meyveye olan yolculuğuna benzer. Bilginin ve düşüncenin en ham halinden başlayan bu yolculuğun defalarca dallara bölünerek farklı düşüncelerden arınması ve hedeflenen meyveyi olgunlaştırması olağanüstü bir süreçtir. Sürekli bölünerek, farklı düşünceleri ve konuları feda ederek sadece varılmak istenen noktaya odaklanılması gereken bu yolculuğun en zor bölümü düşüncelerin en yoğun olduğu başlangıç kısmıdır. Örneğin; dini ve tasavvufi düşüncenin etkisi altında kalmayan bir felsefeciden metafizik hakkında Bir şeyler duymak için Martin Heidegger'e başvurduğumda ondan edindiğim bilgiler kafamda farklı düşünceler şekillendirdi. İbn Sina, ibn Rüşd, İbn Arabi derken konu dallandı, budaklandı, çok lezzetli meyveler verdi ve metafizik, bu meyvelerden sadece bir meyve olarak kaldı. Şimdi sadece onu sunmak, ona bulaşan ve onun üzerinde gelişen her türlü düşünceden kurtulmak ağacın diğer dallarını budamak kadar zor.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span>Avantajlarım da yok değil tabii. Yazılarımı alanım olan bir branşta bilimsel bir makale havasında yazmak durumunda değilim. Gerçi o daha kolay olabilirdi. Ben kesb ile edindiklerimi not ediyorum. Çünkü okurken, sadece benim için değil, bilgi elde etmek isteyen herkes için not edilmesi gereken iki farklı durum ortaya çıkıyor. </p><p style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span>Birincisi, okuyor, farklı düşünceleri öğreniyor ve bilgi edinmiş oluyorsunuz. Bu bilgi sizin dünyaya ve hayata bakışınızı değiştirebiliyor ve sizi bulunduğunuz noktadan bir daha asla geri dönmemek üzere başka bir noktaya götürebiliyor. Sahip olduğunuz bu bilgi, bu bilginin size kazandırdığı bakış açısı ve vardığınız o nokta sizin bilgi edinme çabanızın bir ürünü ve size ihsanı oluyor. </p><p style="text-align: justify;">İkincisi, bundan daha kapsamlı bir durum. Okuduğunuzu okuyup geçmiyor adeta damıtıyorsunuz. Kesb ile edindiğiniz bilgiler sizin düşünce dünyanızı harekete geçiriyor. Bu durumda edindiğiniz bilgi dimağınızda bilgi olarak kalmıyor, bir tohuma dönüşüyor. Kapkara ve biçimsiz bilgi tohumları düşünce dünyanızı renklendiren çiçeklere dönüşebiliyor. O çiçekler ve o çiçeklerden oluşan yeni tohumlar sizi kesb ile edindiğiniz bilginin çok uzağında farklı bir noktaya götürebiliyor ve siz düşüncenin kaynağı haline geliyorsunuz. </p><p style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span>Her iki durumda da okudukça yalnızlaşıyorsunuz. Zihnen kalabalıklarla dolu geniş ovalardan ıssız vadilere yolculuk ediyorsunuz. İçtimai hayatınız kalabalıklar içinde devam ederken düşünce dünyanız daha fazla ilerleyemiyor. Bu durumda yazmak, ıssız adaya düşen birinin günlük tutması, bir alzheimer hastasının not alması veya düşünce yolunuza uyarı ve yön tabelası koymak kadar faydalı hale geliyor. </p><p style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span>Martin Heidegger, parçanın bütünü temsilinden hareketle, metafiziğe ait olan herhangi bir şeyin metafiziğin kendisi olduğunu söylüyor ve bu konudaki görüşlerini "hiçlik" üzerinden ifade ediyor. </p><p style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span>O, diyalektik felsefeye, yani varlığın zıddıyla bilinmesine dikkat çekerek var olan her şeyin hiçlikle bilindiğini, bu durumda hiçlik olmazsa varlıktan da söz edilemeyeceğini belirtiyor. Bu durumu daha da somutlaştırmak gerekirse siyah olmasaydı beyazı, kötü olmasaydı iyiyi bilemezdik. Hiçlik olmasaydı varlığı bilemezdik. Demek ki yok dediğimiz şey, yani hiçlik, aslında mevcut.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span>Heidegger "hiçlik nedir" sorusunu "ne olduğunu bilmek istediğimiz şeyin varlığını kabul etmiş oluruz" diyerek yorumluyor ve ilmin varlığa odaklanarak hiçliği, yani metafiziği feda ettiğini belirtiyor. Heidegger'e göre ilim sadece fizikle yani varlıkla ilgilendiğinde bir yığın bilgi tasnifinden öteye geçemiyor. Oysa hakiki ilim sürekli yenilenmeli ve üretmelidir. Bu da ancak ilmin kaynağını metafizikten almasıyla mümkün olur. Çünkü metafizik fiziğin sebebi ve kaynağıdır. Var olan her şey "hiçten" var olmuştur. Fizik ağacın gövdesi ise metafizik ağacın köklerini saldığı topraktır. Dolayısı ile metafizik yoksa hiçbir şey yoktur. </p><p style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span>Bu yaklaşım tarzı, yani fiziğin (varlığın) metafizikten geldiği, metafiziğe kıyasla var olduğu iddiası İbn Arabi'nin mutlak birliğin bütün parçalara yayıldığı ve bu bağlamda var olan her şeyin mutlak birliğin delili olduğu görüşünü (vahdet-i vücud) andırmaktadır. Arabi'ye göre herkes hakkı kendisinden bilir. Nitekim Peygamberimiz de (SAV) "Kendini bilen rabbini bilir" buyurmuştur.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span>İbn Arabi'ye göre mutlak birlik kadim ve zaman içinde yaratılmış her şeye son derece yayıldığından kimse bu durumun farkına varamaz. Mutlak birlik gibi hayat da her şeye yayılmıştır. İnsan, hayvan ve bitkiler gibi canlılığı gözüken varlıklarla birlikte toprak taş gibi canlılığı gizli kalmış şeyler de hayat sahibidir. Mutlak birlik hayat sahibi olduğundan kaynağı itibarı ile her şeyin canlı olması zorunludur.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span>Heidegger, havfın (korkunun) hiçliği bize ifşa ettiğini söyler. Korku halindeki insan cisimden sıyrılarak hiçi hisseder. Burada Heidegger'in kastettiği 'hiç'in ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Heidegger parçanın bütünü temsilinden hareketle 'hiç' tabiri ile metafiziği anlatıyordu. Bu durumda korkan insan maddenin ötesinde bir şeyi hisseder ki o şey, yani var olan hiç, yani ruh, yani mutlak bir, yani varlığın kaynağı, yani yaratıcı olabilir. Bunun çok zorlama bir yorum olduğunu düşünmüyorum. </p><p style="text-align: justify;"><span> </span><span> </span>Metafizik hakikatin sonsuz derinliklerinde yattığı için hiçbir ilmin ve bilimin katiyeti onun ciddiyetine ulaşamaz. İlim mevcudiyetini metafizikten aldığında sürekli yenilenir ve en mühim vazifesini yapar. Heidegger'e göre metafizik sorusunu soran bizlersek kendimizi hiçbir zaman onun dışında tasavvur etmedik demektir. Kendimizi onun içine de götüremedik. Çünkü bizler varlığız ve var olmamız itibarı ile bunu yapamayız. Bu durumda metafiziği algılayacak üç an'a ihtiyacımız vardır. birincisi kendimizi, yani varlığı bilmek. İkincisi -tasavvufun terk ilkesi gibi- sahip olduğumuz putlardan ve varlıktan kurtulmak. Üçüncüsü hiçliğin boşluğundaki sallantıya şiddet vermek, ta ki hiçlik daha iyi hissedilebilsin. </p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-63037960476221331092023-02-12T16:26:00.004+03:002023-02-12T16:30:44.303+03:00Epistemolojik Çeşitlilik<p></p><div style="text-align: center;"><span style="font-size: large;"><br /></span></div><div style="text-align: center;"><span style="font-size: large;">وَلَوْ اَنَّهُمْ اَقَامُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَاَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْۜ مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَ۟</span></div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: center;">Eğer onlar Tevrat'ı ve İncil'i ve Rabları tarafından kendilerine sair indirileni doğru tutsalardı elbette hem üstlerinden yerlerdi hem ayaklarının altından, içlerinden mu'tedil bir ümmet yok değil, lâkin çoğu ne kötü işler yapıyorlar. (Maide 66) (Elmalılı Hamdi Yazır Meali)</div><br /><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>İlimde, bilimde, felsefede ve dinde düşünen çevreler için bilginin kaynağı (epistemoloji) hep bir tartışma konusu olagelmiştir. Kaynağına ve elde ediliş şekline göre bilginin türü çeşitlendirilmiş, ancak bu çeşitlendirilmeyle ortaya çıkan ilim türleri tüm çevrelerce kabul görmemiştir.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Bir bilgiye kaynağını sorgulamadan inanmak veya inanmamak ile o bilginin elde ediliş şekline göre (epistemolojik olarak) ne tür bir bilgi olduğunu bilerek kabul etmek veya reddetmek arasında büyük fark vardır. Bu iki durumdan birincisi nakli bilgilerle yıllar içerisinde gelişime ve ilerlemeye kapalı fasit bir daire oluştururken ikincisi ilimde ve bilimde terakkinin zeminini oluşturur. Bu terakkiden kasıt salt bilimsel ilerleme değildir. Din, tasavvuf ve felsefe gibi düşünce alanındaki ilmi terakkiler, bilimsel gelişmelere zemin hazırlaması bakımından çok daha önemli ve elzemdir.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>İbn Arabi, Fütühat-ı Mekkiye'nin oruç kısmında öne sürdüğü fikirlere hadisleri delil gösterirken Ebu'l Kasım el-Cüneyd'in "Bizim ilmimiz kitap ve sünnet ile sınırlıdır" dediğini nakleder ve bu sözü mealen şu şekilde yorumlar; Biz sufiler ilmimizi -kitaptan veya insanların sözlerinden değil- Allah'tan aldık. Bizim ilmimiz ile kitabın ve sünnetin bildirdiklerinin kaynağı aynı. Bu sebeple bizim bilgimiz kitaba ve sünnete muhalif değildir. Allah, kulu Hızır'a kendi katından rahmet verdiğini ve ona bilgi öğrettiğini bildirmiştir. İşte bizim bilgimiz de bu tür bilgidir. Bu bilgi Allah tarafından ihsan edilen vehbi bilgidir. Arabi bu görüşüne delil olarak yukarıda verilen Maide Suresi'nin 66'ncı ayetini delil olarak gösterir ve ayet-i kerimede geçen "üstlerinden yerlerdi" ifadesinin Allah'ın kalplere ihsanı olan vehbi ilme, "ayaklarının altından yerlerdi" ifadesinin de kesbi yani takva sahibi insanların çalışarak elde ettiği bilgiye işaret ettiğini söyler. Bu bakış açısına göre ayet-i kerime, indirilen kitaba hakkıyla riayet edenlerin hem vehbi bilgiye hem de kesbi bilgiye sahip olacaklarını söylemektedir.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Elmalılı Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kuran Dili tefsirinde ve daha birçok tefsirde söz konusu ayet-i kerimede geçen "üstlerinden yerlerdi" ifadesi, gökten gelen, çalışmadan verilen, ağaçlardan alınan, devlet tarafından verilen nimetlere, "altlarından yerlerdi" ifadesi ise topraktan verilen mahsullere işaret etmektedir diye yorumlanmıştır. Bu noktada, bütün bu yazılanlardan azade, tefsirin önemi, Kur'an'a ilmi, tasavvufi, zahiri ve batıni bakış açısı gibi her birisi kitaplar dolusu bilgi gerektiren birçok konu ortaya çıkar ki bu çeşitlilik benim nazarımda hayranlık vericidir.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-69489253854725445902023-01-26T14:28:00.011+03:002023-08-17T12:10:11.296+03:00Budanmasak<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdi-QznWVFOB_lERPsnaRpQPTvD_el8GIxM1M7ci_0Ehc4zaP_bCEUCLyUZ8c08hvOLJh3J1_dUaVus2GL_jeabNph4U9A5ddKB-sUP1u7VkL_jz4ElST-sNpmUQZ7zV34m99SDhcLeVHS2ZWGUSXCty_RY0cwrcydgF5qFyUF7iC2HB7EeeoA9sxVwc09/s1260/If%20we%20weren't%20pruned.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="945" data-original-width="1260" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdi-QznWVFOB_lERPsnaRpQPTvD_el8GIxM1M7ci_0Ehc4zaP_bCEUCLyUZ8c08hvOLJh3J1_dUaVus2GL_jeabNph4U9A5ddKB-sUP1u7VkL_jz4ElST-sNpmUQZ7zV34m99SDhcLeVHS2ZWGUSXCty_RY0cwrcydgF5qFyUF7iC2HB7EeeoA9sxVwc09/s16000/If%20we%20weren't%20pruned.jpg" /></a></div><br /><p><br /></p><p><br /></p><p>budanmasak sürekli</p><p>kesilmese dallarımız</p><p>kırılmasa kollarımız</p><p>kanatlarımız.</p><p><br /></p><p>hangi yolcuya gölge</p><p>hangi kuşa yuva oluruz</p><p>nasıl meyve veririz ki </p><p>dalsız budaksız?</p><p><br /></p><p>yeniden </p><p>dallarımızı salmak için hayata</p><p>yapraklarımızı sallamak için rüzgarda </p><p>meyvelerimizi ballandırmak</p><p>arzularımızı dallandırmak için</p><p>kim bilir kaç mevsim acı çekeriz </p><p>her budandığımızda.</p><p><br /></p><p>budanmasak</p><p>kesilmese dallarımız </p><p>kırılmasa kanatlarımız</p><p>bir bakın</p><p>ne ulu çınarlar oluruz bilge</p><p>meyvemiz olmasa bile</p><p>heybetli duruşumuzla ve kesilmemiş </p><p>umutlarımızla</p><p>kaç misafiri ağırlarız göğsümüzde</p><p>kaç nefere gölge</p><p><br /></p><p>budanmasak </p><p>kırılmasa kollarımız kanatlarımız</p><p>kim bilir nasıl süzülürüz ufukta</p><p>ne kadar yükseliriz kim bilir</p><p>tek bir söz kurşunvari </p><p>dosttan veya düşmandan</p><p>veya bomboş bir teneke sesi</p><p>yıkmasa</p><p>hayallerimizi</p><p><br /></p><p>budanmasak</p><p>kırılmasa kollarımız kanatlarımız</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-86630065816063948282022-11-27T16:36:00.003+03:002022-11-27T16:41:49.947+03:00Behişti Ramazan Efendi'den<div><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfMw9MxfPPYIacjjptSLuHr5mxwheRNZ4JNXgkSMZ3Gkktc7UGPjiLEg-op38PLKkgZB3Opg3SYfvcK_4-BYFwvB9cAq-LeCSCvpV2Fr-mapqQjjLPyeg3CJxvYoi-v2GOH7UbpKvKFEvXZbh3EH0KXLi-8FMw-S_Kp3U1Jm6OOnuBn3_lyBh_HMJHnw/s1417/nihatkasims.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt=""Müptela-i derd-i gam bulsam melalim söylerem Ehl-i hale rast gelsem hasb-i halim söylerem"" border="0" data-original-height="871" data-original-width="1417" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfMw9MxfPPYIacjjptSLuHr5mxwheRNZ4JNXgkSMZ3Gkktc7UGPjiLEg-op38PLKkgZB3Opg3SYfvcK_4-BYFwvB9cAq-LeCSCvpV2Fr-mapqQjjLPyeg3CJxvYoi-v2GOH7UbpKvKFEvXZbh3EH0KXLi-8FMw-S_Kp3U1Jm6OOnuBn3_lyBh_HMJHnw/s16000/nihatkasims.jpg" title=""Müptela-i derd-i gam bulsam melalim söylerem Ehl-i hale rast gelsem hasb-i halim söylerem"" /></a></div><br /><b><br /></b></i></div><div><i><b><br /></b></i></div><div><i><b>"Müptela-i derd-i gam bulsam melalim söylerem</b></i></div><div><b><i> Ehl-i hale rast gelsem hasb-i halim söylerem"</i></b></div><div><br /></div><div>Dert müptelası olmuş birini bulsam ona derdimi anlatırım, halden anlayan birisini bulursam ona da halimi anlatırım diyor Behişti Ramazan Efendi. Ve devamında;</div><div><br /></div><div><b><i>Kanda bir divane bulsam eylerim arz-ı cünun</i></b></div><div><b><i>Hem demim ehl-i kemal olsa kemalim söylerem</i></b></div><div><b><i><br /></i></b></div><div>Delinin tekini bulsam ona kendi deliliğimi, kamil bir insan bulsam ona kendi kemalimi anlatırım diyerek yaklaşık 450 sene öncesinden hislerime tercüman oluyor. </div><div><br /></div><div>Bu pazar Çorlu Vaizi Behişti Ramazan Efendi'nin Divanı'nı karıştırırken ben de onun gibi bir hem demimi bulup onunla Behişti Divanı'nın güzelliğini paylaşmak istiyorum ama nafile. Çaresiz klavyeye sarılıyor, onun en güzel gazellerinden birisini buraya yazıyorum. </div><div><br /></div><div><i><b><br /></b></i></div><i><b>Bâgbânâ dün ü gün serv-i revân beslersin<br />Sâyesinde ne görürsin ki her ân beslersin </b></i><br /><br />Ey bahçevan, her gün selvi (veya gelip geçici dünya malı) beslersin. Selvinin (veya dünya malının) meyvesi yoktur. Onun sana ne faydası var ki her an onun üzerine titrersin?<div><br /><b><i>Ehl-i dünyâya eyâ cân yidüren bî-idrâk <br />Âlem-i bâkîyi korsun güzerân beslersin</i></b><div> </div><div>Ey ömrünü dünya işlerine harcayan şuursuz! Ebedi alemi elde etmek varken sen gelip geçici şeylerin peşinde koşuyorsun. <br /><br /><b><i>Nefsünün virme murâdını yeter terbiyet it </i></b><div><b><i>Ki sakın kendün içün şîr-i jiyân beslersin </i></b></div><div><br /></div><div>Canının her istediğini yapma, her muradının peşinden koşma. Nefsini terbiye et, ona neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğret. Öğret ki nefsin kükreyen bir aslan gibi senden sürekli dünyayı istemesin.</div><div><br /></div><div><i><b>Ne şikâr eyledün ey şâh-ı cihân âlemde </b></i></div><div><i><b>Buncadan ata biner tazı togan beslersin </b></i></div><div><br /></div><div>Bir avcı gibi ata biniyor, tazı, doğan besliyor, dünya nimetlerini elde etmek için her şeyi yapıyorsun. Cihanın şahı olsan bile ey avcı, bu dünyadaki kazancın nedir? </div><div><br /></div><div><b><i>Cîfe-i dehre Behiştî eger oldunsa harîs </i></b></div><div><b><i>Tavr-ı insânı koyup it gibi cân beslersin</i></b></div></div></div><div><b><i><br /></i></b></div><div>Ey Behişti, eğer bir leş hükmünde olan dünya malına tamah ediyorsan bil ki leş peşinde koşmak insani bir tavır değildir. Sakın ola ki insaniyetini unutup leş peşinde koşan köpekler gibi dünya malına tamah etme. </div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-14846859276960022062022-08-28T13:24:00.011+03:002022-08-28T13:40:53.859+03:00Spinoza Notları<p style="text-align: justify;"> <span> </span><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5StiOOwCCVwmTIpES6KnBqXdTAJiCh6M5Q0bVKp7WEmiiGoc955Cx65sv2yPfm9Ps3pS-oc-35kEl30rZLRtEt4EPwKmRKsjND_qbynFRBjQIZpBAtYOl8pcH-ti3R4KcixjLDPGKpY3eibavvxoUM1oH9AuCQzHtRV4PTuJB_9p269jGtk5vhXQW_w/s3576/Spinoza%20notlar%C4%B1.png" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="2520" data-original-width="3576" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5StiOOwCCVwmTIpES6KnBqXdTAJiCh6M5Q0bVKp7WEmiiGoc955Cx65sv2yPfm9Ps3pS-oc-35kEl30rZLRtEt4EPwKmRKsjND_qbynFRBjQIZpBAtYOl8pcH-ti3R4KcixjLDPGKpY3eibavvxoUM1oH9AuCQzHtRV4PTuJB_9p269jGtk5vhXQW_w/s16000/Spinoza%20notlar%C4%B1.png" /></a> </p><p style="text-align: justify;">Spinoza'yı okurken onun "töz" kavramını açıklaması ve bu kavrama "tanrı" adını vermesi, tözün tabiatı gereği varlığının kendinden olduğunu belirtmesi aklıma Allah'ın zati sıfatlarından "kıyam binefsihi" sıfatını getirdi. Kelam alimleri de yaratıcının sıfatlarını sayarken onun yarattıkları ile arasındaki farkı anlatan, onun zatına mahsus sıfatları içinde "varlığı kendiliğinden olan" anlamına gelen "kıyam binefsihi" sıfatından bahsetmişlerdir. </p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Ve yine Spinoza'nın tanrının insanların hayal ettiği gibi olmadığını, yaratılan hiçbir şeye benzemediğini söylemesi muhalefetün lil havadis'e bir daha göz atmama sebep oldu ki bu zati sıfatta da yaratıcının sonradan meydana gelenlere benzemediği anlatılmaktadır. </p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Spinoza, tanrının idrakini ve aklını değerlendirirken bu idrak ve aklın insanların sahip olduğu idrak ve akla benzemediğini söyleyerek gökteki köpek takım yıldızı ile yerde havlayan köpek arasındaki benzerlik ne kadarsa insanın akletmesi ve idraki ile tanrının akletmesi ve idraki arasındaki benzerlik o kadardır der. Tanrıda, önce tanrının kendisi gelir. Çünkü tanrı nedendir. Sonra idrak, akıl ve cisim gelir. Tanrı önce akıl ve idrak eder daha sonra yaratır. Oysa insan ancak var olan şeyi akleder ve idrak eder. Tanrının aklı ve idraki neden, insanın aklı ve idraki sonuçtur.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Bu noktada Farabi'nin tanrının tahayyülünün yaratma olduğu fikri aklıma geldi. Ancak kelamcıların buna şiddetle karşı çıktıklarını bunun yaratıcının "irade" sıfatına aykırı olduğunu, yaratmanın tahayyülden önce irade gerektirdiğini söylediklerini hatırladım.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Spinoza insanların tanrıya insan sıfatları yükleyerek onu insanmış gibi hayal etmelerine şiddetle karşı çıkar ve tanrı cisme ve bedene bürünmüş bir varlık olamaz der. Tanrının kendi yarattıklarına benzememesi muhalefetün lil havadis sıfatında anlatılan durumdur. İbn Tufeyl de yaratıcı cisimlerden bir cisim olsaydı onun varlığı da bir yaratıcıya ihtiyaç duyardı diyerek aynı konuya değinmiştir. </p><p style="text-align: justify;"><span> </span>İbn Arabi, aklın duyulardan beslendiğini ve bunun ötesine geçemeyeceğini söyler ve buna dayanarak da yaratıcının akılla bilinmesinin mümkün olmadığını iddia eder. Çünkü cisim olmayan şeyler duyularla veya hayal gibi duyuların ürünleri ile algılanamaz.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Spinoza da kelamcılar gibi tanrı zorunlu olan her şeyi yaratır der. Bu, tanrı bildiği, yaratabileceği, hayal ettiği her şeyi yaratmaz anlamına gelmektedir. Oysa Farabi tanrının tahayyülünün yaratma olduğunu söylemişti. Bu durumda tanrının tahayyülü dahilindeki her şeyin cisim bulması gerekirdi. Bu noktada Spinoza'nın fikri bana daha mantıklı geldi. Tanrı eğlence olsun diye yaratmaz. Zaten kendisi de abes iş yapmadığını Enbiya Suresi 16 -17. ayetlerinde belirtmiştir.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Spinoza'ya göre tanrının nedenselliği özün nedenselliğidir. Söz gelimi insanın var oluş nedeni tanrıdır. Tanrının aklındaki insan tasavvuru bozulduğunda insan bozulur. Halbuki dünyevi nedensellikler öyle değildir. Bir insan herhangi bir şeye neden olduğunda insanın değişmesi ile sonuç değişmez. Bu sebeple tanrı her şeyin içkin (varlığında bulunan ve sürekli olan) nedenidir. </p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Töz, bir diğer tabirle heyula, bir diğer tabirle cevher varlığın ana maddesidir. Spinoza kainatın bir bütün olduğundan bahisle tözün parçalanamayacağını savunur. Öyleyse var olan her şey tanrının bir parçası mıdır? Her şeyin tanrının bir parçası olduğu fikri tasavvuftaki vahdet-i vücud düşüncesi ile benzerlik göstermektedir.</p><p></p><div style="text-align: justify;"><span> </span>Üst üste düşünceler, sorular birbirini kovalarken Gazzali'nin "ilahi bir lütuf olmadıkça şüphelerinizden kurtulamazsınız" dediğini anımsadım.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><span><div style="text-align: justify;"><span> </span>Ve "Allah, sana Kitab’ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti. Allah’ın senin üzerindeki lütuf ve ihsanı çok büyüktür." Nisâ 113 ayetini...</div></span><p></p><p style="text-align: justify;"><br /></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-72360392959491716032022-08-28T10:31:00.019+03:002022-08-28T11:46:38.475+03:00Poyrazlar Gölü'nde Çadır Kampı<div style="text-align: justify;"><span> </span><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0nHEYmmEg7H0TmlzwbZLR4_8_f2ke3oaOb2S1qonZmyvt7z5absSMBay0_BQ6onHiGAf1E1cW_Pm2bFDbqiyChkjWjAuaLqn0d1SD8LHjJsdYjg4TSxnHZTeDbXc7crY0ZzuVCWB9e3VwhUDtZ0xJq8aCtR2i6_D9mtRzoohj_GMe_3UPj_RbIRCOTg/s1604/20220813_073514.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img alt="İlk defa çadır kampı yapacakların bilmesi gerekenler" border="0" data-original-height="1203" data-original-width="1604" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0nHEYmmEg7H0TmlzwbZLR4_8_f2ke3oaOb2S1qonZmyvt7z5absSMBay0_BQ6onHiGAf1E1cW_Pm2bFDbqiyChkjWjAuaLqn0d1SD8LHjJsdYjg4TSxnHZTeDbXc7crY0ZzuVCWB9e3VwhUDtZ0xJq8aCtR2i6_D9mtRzoohj_GMe_3UPj_RbIRCOTg/s16000/20220813_073514.jpg" title="Çadır Kampı deneyimi" /></a><span><br /></span><div><br /> <span> </span>Efenim malum, yaz, havalar sıcak. Meşagil-i dünyeviyye ömrümüzü çalıp ziyan ediyor. Şöyle bir hafta sonu Sadabâda çıkıp levendâne dolaşalum gûşelerinı gülzârın deyü eski eyyamı tecdid etme hevesinde iken birdenbire zihnimde "Sadabâd mı kaldı bre, yirmi birinci yüzyıldayız. Millet bahçesinde çay ve topkek neyine yetmiyor" nidası yankılandı. Derhal kendime gelip kırmızı fesimi çantama koydum. Kolumdan asılan bastonu usulca bir çöp kutusunun yanına bırakıp setremi çıkardım. Hanımın elindeki o renkli ve dantelli şemsiyeyi de kırıp çöpe attıktan soran hayal aleminden çıkıp çadır kampı için Sakarya, Poyrazlar gölüne gitmeye karar verdim. </div><div><br /></div><div style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEik9PrrLB4qqo_QpQOhKyvw1a80Cbj0fDfL8uKZpI0D0D5WS2JGxD4nv4rpMBIl7PM65qemA5b4SFXJB41OPOah8rtKoSk8wclgLDx4SdjJrUsvx-wkSUzVXc1ScqOIN969T6BABLOXkZg_KswVnfWLh5D4rXU2wrNwBPR-7FmETZZ-QNZYih-WanLXOQ/s1366/kampp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Poyrazlar Gölü" border="0" data-original-height="1025" data-original-width="1366" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEik9PrrLB4qqo_QpQOhKyvw1a80Cbj0fDfL8uKZpI0D0D5WS2JGxD4nv4rpMBIl7PM65qemA5b4SFXJB41OPOah8rtKoSk8wclgLDx4SdjJrUsvx-wkSUzVXc1ScqOIN969T6BABLOXkZg_KswVnfWLh5D4rXU2wrNwBPR-7FmETZZ-QNZYih-WanLXOQ/w400-h300/kampp.jpg" title="Çadır Kampı" width="400" /></a></div><div><br /></div><div><span> </span>Evvela hazırlık yapmak lazım idi. Gerekli levazımatı tedarik için epey araştırdıktan, memleketin hali vakti yerinde esnaflarının dükkanlarını ziyaret ettikten ve dahi onların "en iyi ve en ucuz çadırlarını ve kamp malzemelerini" bizzat inceledikten sonra internetten sipariş vermeye karar verdim. Sipariş verdiğim çadır sadece bir tedarikçide vardı ve hakkında hiç yorum yapılmamıştı. Bu sebeple çadırı yabancı sitelerde araştırdım. Oradan elde ettiğim görüntüler ve yorumlar üzerine almaya karar verdim.</div><div><br /></div><div> Çadırla birlikte, tente, şişme yataklar, güneş enerjisi ile şarj edilebilir ışık kaynakları, tüp, ocak, piknik ekipmanı, portatif masa, sandalye, gibi epey malzeme almak durumunda kaldım ki hepsi kamp esnasında kullanıldı.</div><div> Cuma günü akşam üzeri Poyrazlar Gölü kamp alanına ulaştım. alanın girişinde çadırlar için kamp alanı mevcut. Göl kenarında çadır kurulmasına izin verilmiyor, ancak çadırı akşam kurup sabah kaldırmam şartı ile içeri girdik. Gölün sonunda, hatta neredeyse alanın dışı sayılabilecek sakin bir alana çadırımızı kurduk. </div><div><br /><div style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8vZ22OCx7R01IqUcB_7E2UEe2dzf3FGEwUbFXHgQcXKAwwKQyKggRIG3NJYpnxFj-FVMFzJicN7ahxrJZWUj9jVn24Cz6ltBBgbCL0-dMC5yUGCm6r73DsXNRV7KujwELJs0CPsddlAPkydAbhNGtk1_3HxKJGoMKiG4HgCMQ2p98j82UZp5_fbsbCw/s1600/IMG-20220812-WA0021.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Poyrazlar Gölü" border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1600" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8vZ22OCx7R01IqUcB_7E2UEe2dzf3FGEwUbFXHgQcXKAwwKQyKggRIG3NJYpnxFj-FVMFzJicN7ahxrJZWUj9jVn24Cz6ltBBgbCL0-dMC5yUGCm6r73DsXNRV7KujwELJs0CPsddlAPkydAbhNGtk1_3HxKJGoMKiG4HgCMQ2p98j82UZp5_fbsbCw/w400-h300/IMG-20220812-WA0021.jpg" title="Çadır KAmpı" width="400" /></a></div></div><div><br /></div><div> Akşam yemeği, çay, kamp ateşi derken yerleşme süreci herkes açısından oldukça keyifli idi. Geç saatlerde piknik alanında kimse kalmadı. Yolu aydınlatan lambalar dahi sönmüştü ki ay büyün heybeti ile ağaçların arasından kendini gösterdi. </div><div><br /></div><div> Gece yarısına doğru çiy oluşmaya başladı. Başta araba olmak üzere çadır ve yerler ıslandı. Biz de yatmaya karar verdik. Kamp ateşini söndürüp çadıra girdik. Ay ışığı çadırın içini de kısmen aydınlatıyordu. Bir ara çok yakınımızdan gelen çakal ulumaları ile uyanıp tedirgin olsak da yapacak bir şey yoktu. Uyumaya devam ettik.</div><div><br /></div><div></div><div> İlk sabah izlenimi gerçekten güzeldi. Gün sakin ve güzel geçti. İkindi vaktine doğru sağanak yağmur başladı. Çadırı yağmurda ve rüzgarda da test etmiş olduk. Rüzgar iplerini kullanmamamıza rağmen çadırın rüzgar mukavemeti iyiydi. Alt dikiş yerlerinden ufak bir iki ufak sızma vardı ancak problem teşkil edecek ölçüde değildi. Çadırın iç yüzeyinde çadır bezinde ıslaklık oluşmadı. Islanma, tavandan su alma gibi durumlar yaşamadık. Bilakis sağanak esnasında çadırını içi çok eğlenceliydi. İkinci gece birinci geceye göre daha rahattı. Ay daha geç doğdu. Ay ışığı yine mükemmeldi. Çocuklar deliksiz uyudular.</div><div><br /></div><div> İki gün boyunca çadırımız kurulu kaldı. Tenha bir köşede çadır kurduğumuzdan kamp süresince yanımıza pek kimse gelmedi. Kamp alanı yetkilileri de çadırı kaldırmamız için herhangi bir uyarıda bulunmadılar. İkinci gün öğleye doğru çadırımızı toplamaya başladık. Neredeyse benimsediğimiz alana veda vaktimiz gelmişti. Bütün aile bireylerinin, özellikle çocukların, memnun kaldığı sıra dışı bir etkinlik oldu. Yüzlerimiz, kollarımız güneşten yanmış halde, bir sonraki kamp alanını düşünerek eve doğru yola koyulduk. </div><div><br /></div><div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDmMBmxnfCOQJSKQlMEhLA52QLG-vCY259At8y6uxxlIh936DECBTMUMcNM34nlvEQfb5NGUiSCxgQLLZ8ZCNV9oagbBttyFrRG88wvUfAstStX0xIoQbk_YWFtPZPOxFMJo0y1Rym9s9cTiVvREpjhAHpkrwqy1VcEXHuCsRSKtWN3Uo9DBegT-uy7A/s1720/20220812_233112.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Çadır Kampı" border="0" data-original-height="1290" data-original-width="1720" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDmMBmxnfCOQJSKQlMEhLA52QLG-vCY259At8y6uxxlIh936DECBTMUMcNM34nlvEQfb5NGUiSCxgQLLZ8ZCNV9oagbBttyFrRG88wvUfAstStX0xIoQbk_YWFtPZPOxFMJo0y1Rym9s9cTiVvREpjhAHpkrwqy1VcEXHuCsRSKtWN3Uo9DBegT-uy7A/s16000/20220812_233112.jpg" title="Çadır Kampı" /></a></div></div><div><br /></div><span><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhajquiPOkPCm4w9lO7Q_yqcBigo09QMaaG-uiFNEJmG9cIRrO31_yzHzw1wBheK0toHQJWJfWGU6lf8Vrkqsmt_T4MLXHhdTo12MerhbITzFT9JVuwh1r0Dy2ViY6Yr_t49XjzR56n_1DL1KFRWyb5FP8Fm4Y44Vy13KzEKBZdlI1YfJWEegH1uCkJpQ/s4032/20220812_232542.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Poyrazlar Gölü" border="0" data-original-height="4032" data-original-width="3024" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhajquiPOkPCm4w9lO7Q_yqcBigo09QMaaG-uiFNEJmG9cIRrO31_yzHzw1wBheK0toHQJWJfWGU6lf8Vrkqsmt_T4MLXHhdTo12MerhbITzFT9JVuwh1r0Dy2ViY6Yr_t49XjzR56n_1DL1KFRWyb5FP8Fm4Y44Vy13KzEKBZdlI1YfJWEegH1uCkJpQ/s16000/20220812_232542.jpg" title="Çadır kampı" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"></div><br /><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjR_GAv7WC95ectydjLph8iRTBvy7VLdzdz2nqeOSDVMNftiWB6rqyRJPTLq0EvzaFa_2QEqF-S-gB8FXotXJDHeFgTY5O_9dcb7BIbKlBha_fdDemQEAFkbr7TwNZ80yXt_DcbyVW_QMS7QWVi5YCXPJ5BaXMVroRnhhE9ugKPGFjTdd9YyJcp3o7XVQ/s4032/ck7.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Poyrazlar Gölü" border="0" data-original-height="4032" data-original-width="3024" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjR_GAv7WC95ectydjLph8iRTBvy7VLdzdz2nqeOSDVMNftiWB6rqyRJPTLq0EvzaFa_2QEqF-S-gB8FXotXJDHeFgTY5O_9dcb7BIbKlBha_fdDemQEAFkbr7TwNZ80yXt_DcbyVW_QMS7QWVi5YCXPJ5BaXMVroRnhhE9ugKPGFjTdd9YyJcp3o7XVQ/s16000/ck7.jpg" title="Çadır Kampı" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjtoCZT2O6C_P3vH1ta_2BHc-GwJOFhFbqRF-nCFib7_cpwtuZdhb6lG26fzTDx0-ZGj_NBKE-yzsqzArNMNYzwY392QY9vRS6c0jgVG518Z0SYtqTd8uFPqmbxufo_D4-f2paLMEsz9lH_pboSqfi9C00MxMw08PAjYiZgU73YCb7Od5902CPblC7ibA/s4032/ck6.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Çadır kampı" border="0" data-original-height="3024" data-original-width="4032" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjtoCZT2O6C_P3vH1ta_2BHc-GwJOFhFbqRF-nCFib7_cpwtuZdhb6lG26fzTDx0-ZGj_NBKE-yzsqzArNMNYzwY392QY9vRS6c0jgVG518Z0SYtqTd8uFPqmbxufo_D4-f2paLMEsz9lH_pboSqfi9C00MxMw08PAjYiZgU73YCb7Od5902CPblC7ibA/s16000/ck6.jpg" title="Poyrazlar Gölü" /></a></div><br /><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiaDbd9JKf-d4Q_ThBT3HY7c7Jg1FCLv_Ec2xx3wqtridmMejJZEmpNwXjRfsIKR7g0K5qGFmV1vyh4PF3OpIdCVudAcLcOUYv1ED1WZLPmJ6fGvUBhxYanNFEqtXOfL_WALsTwWqE5IYrEf-_9uFI34JS_3MpPvpbuHo_NX8d-G9Gfthgc5JlgzsVg0A/s1471/ck4.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Poyrazlar Gölü" border="0" data-original-height="1103" data-original-width="1471" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiaDbd9JKf-d4Q_ThBT3HY7c7Jg1FCLv_Ec2xx3wqtridmMejJZEmpNwXjRfsIKR7g0K5qGFmV1vyh4PF3OpIdCVudAcLcOUYv1ED1WZLPmJ6fGvUBhxYanNFEqtXOfL_WALsTwWqE5IYrEf-_9uFI34JS_3MpPvpbuHo_NX8d-G9Gfthgc5JlgzsVg0A/s16000/ck4.jpg" title="çadır kampı" /></a><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiaDbd9JKf-d4Q_ThBT3HY7c7Jg1FCLv_Ec2xx3wqtridmMejJZEmpNwXjRfsIKR7g0K5qGFmV1vyh4PF3OpIdCVudAcLcOUYv1ED1WZLPmJ6fGvUBhxYanNFEqtXOfL_WALsTwWqE5IYrEf-_9uFI34JS_3MpPvpbuHo_NX8d-G9Gfthgc5JlgzsVg0A/s1471/ck4.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"></a></div></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjO_HAzkSRzd6IgDANSYvHdiyHT4eUuh_wVCtGwGGqjhBMADBIyQjB0FFSD-vBjR0_22Sd31513mIdVCVakTFqitateNo0X1HWGfuLrQqrC0buvcYD70qOYgyvgZGK7DUh8tAEUEr2rwA7PLHJ9pr43nuJq8OhtXMqWgoDHQRCUjqzWGS8W_44dfSLTVg/s1850/ck3.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Poyrazlar Gölü" border="0" data-original-height="1388" data-original-width="1850" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjO_HAzkSRzd6IgDANSYvHdiyHT4eUuh_wVCtGwGGqjhBMADBIyQjB0FFSD-vBjR0_22Sd31513mIdVCVakTFqitateNo0X1HWGfuLrQqrC0buvcYD70qOYgyvgZGK7DUh8tAEUEr2rwA7PLHJ9pr43nuJq8OhtXMqWgoDHQRCUjqzWGS8W_44dfSLTVg/s16000/ck3.jpg" title="çadır kampı" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiXTo8-A_cVU2zgPTtfgaBbY_mkqlaVtcx64WOa52up0Mxw1REJJv3GHLpCbR7hi4DxRGh5vtLlzknM6QL7QEZwibo4QfmNT7FQuJms6OvAeOGXjHCjzIIqrAaaPv9L6lrUZZgeXu8PMe32gc1txT-ON3qIyZGq-DnW6uKDi18dK8uzjiMU1i2bAZqplA/s1644/ck2.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Çadır KAmpı" border="0" data-original-height="1233" data-original-width="1644" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiXTo8-A_cVU2zgPTtfgaBbY_mkqlaVtcx64WOa52up0Mxw1REJJv3GHLpCbR7hi4DxRGh5vtLlzknM6QL7QEZwibo4QfmNT7FQuJms6OvAeOGXjHCjzIIqrAaaPv9L6lrUZZgeXu8PMe32gc1txT-ON3qIyZGq-DnW6uKDi18dK8uzjiMU1i2bAZqplA/s16000/ck2.jpg" title="Poyrazlar Gölü" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzgUD8-sv1EARhNVEICqROv5yeUzJjtjg2nv7yBMGGawwFf-3KY5ST7K5ATZdo6WR5UKe1gt_7ZqeqYlL-PHB5J8mwk5Z-Zbpc3_b7gHDshC4qvRyygioxkxOo1Bk3p2HbRxDWlqjVbaEf2hrcpTspzTcQx2pp4Hz47fRH_ghOzP5_LKhxj9igVdkMzg/s1534/ck1.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Poyrazlar Gölü" border="0" data-original-height="1150" data-original-width="1534" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzgUD8-sv1EARhNVEICqROv5yeUzJjtjg2nv7yBMGGawwFf-3KY5ST7K5ATZdo6WR5UKe1gt_7ZqeqYlL-PHB5J8mwk5Z-Zbpc3_b7gHDshC4qvRyygioxkxOo1Bk3p2HbRxDWlqjVbaEf2hrcpTspzTcQx2pp4Hz47fRH_ghOzP5_LKhxj9igVdkMzg/s16000/ck1.jpg" title="Çadır Kampı" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjlMk4tpx8NoLdWG7xjqdBHa3zdJUxgMMXAIJge7LaYf0RC4vyWDfnZ9_zoasDEpUbFLKFkknrzW43ECAp9VwNE-6Rtcf0RoJM59hDNshJJurUCVK9jE-p4-NrANzfcNn-LsUtbqXQuUFNwGyxlOj5UF0YF9_RlsdznoOlMgEBmy0MfJzdUND7zrxF80Q/s1544/campp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Poyrazlar Gölü" border="0" data-original-height="1544" data-original-width="1158" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjlMk4tpx8NoLdWG7xjqdBHa3zdJUxgMMXAIJge7LaYf0RC4vyWDfnZ9_zoasDEpUbFLKFkknrzW43ECAp9VwNE-6Rtcf0RoJM59hDNshJJurUCVK9jE-p4-NrANzfcNn-LsUtbqXQuUFNwGyxlOj5UF0YF9_RlsdznoOlMgEBmy0MfJzdUND7zrxF80Q/s16000/campp.jpg" title="çadır kampı" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div></span></div><br />Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-75621274302621640812022-08-27T09:20:00.007+03:002022-08-27T09:30:14.393+03:00İbn Arabi Notları 1<p style="text-align: justify;"> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjJavoKgDb90c4JdA_hzHAf_7xws5BWqvuNirxXsdV93yLKuK5be3JfkBv24CwZ7kyRRrxJf1Eb5oU0T3RpMWOzNI0Zk7RfBNI4z7fDwIvNZhihreo0IL4_DAw5N5X0DzlHz0BAAjJKEjKC3BIHgQIDXskxSCrhfQJKlGg5KS6U54vTmf62dIbpkyrn9Q/s849/sun%20nature.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Onun tasavvufi, felsefi ve dini düşünceleri günümüz düşünce bağnazlığından çok uzakta müstesna bir yere sahip. Hangi düşüncede olursa olsun şimdilerde yeni bir şeyler ortaya koymaya çalışan her düşünür İbn Arabi'yi mutlaka ziyaret etmelidir." border="0" data-original-height="567" data-original-width="849" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjJavoKgDb90c4JdA_hzHAf_7xws5BWqvuNirxXsdV93yLKuK5be3JfkBv24CwZ7kyRRrxJf1Eb5oU0T3RpMWOzNI0Zk7RfBNI4z7fDwIvNZhihreo0IL4_DAw5N5X0DzlHz0BAAjJKEjKC3BIHgQIDXskxSCrhfQJKlGg5KS6U54vTmf62dIbpkyrn9Q/s16000/sun%20nature.jpg" title="İbn Arabi Notları" /></a></div><br /><p></p><br />Ebu Hasan El-Amiri, Kindi, İbn Tufeyl, Farabi, İbn-Sina, Sühreverdi, İbn Rüşd gibi İslam filozoflarının kitapları arasında dolaşıp Arabi'nin "bu konularda kesb ile dahi yol alınır" dediği gibi düşünce dünyam farklı ufuklara yelken açarken, pusula niteliğinde İbn Arabi'ye tutunma ihtiyacı hissederek onun en büyük eseri Fütûhat'ı Mekkiyye'yi okumaya başladım.<p></p><p style="text-align: justify;">Şunu söylemeliyim ki İslam felsefecilerini ziyaret etmeden bu kitabı okumaya başlasaydım bu okuma çok yavan kalırdı. Öyle ki çoğu kez onun batıni yorumlarında ne demek istediğini anlamazdım. Şimdi ise kitabı elime aldığımda en fazla birkaç sayfa okuyor, çiziyor, karalıyor, "ya, bu böyle miymiş" gibi nidalarla yerimden kalkıyor, odada üç beş tur atıyor, ekseriyetle de okumaya devam edemiyorum. Herhangi bir okuyucuya önemsiz, anlaşılmaz veya saçma gelebilecek bu bilgiler ve düşünceler benim gemimin yelkenlerini dolduran rüzgarlar hükmüne geçip düşünce dünyamda mesafe almamı sağlıyor. Böylece Farabi'nin "bilgi mutluluktur" felsefesini bizzat yaşıyorum. Bu mutluluğu kaybetmeme adına, kimse için değil, kendim için notlar alıyor ve bu notları bazen herhangi bir defterimin arkasına, çoğu zaman da bu bloğa kaydediyorum. Sanırım böylece bana "hocam bunları neden yazıyorsun ki?" diye soranlara da cevap vermiş oluyorum.</p><p style="text-align: justify;">Fütûhat-ı Mekkiyye hayranlığım bu kitap hakkında değerlendirmelerde bulunduğum ilk yazılarımda görülmez. Hatta kitabın ilk cildindeki huruf ilmini bir parça sıkıcı ve felsefi düşünce ikliminden uzak bulmuştum. Ancak kitabı okudukça boşluklar dolmaya, taşlar yerine oturmaya başladı. Ibn Arabi'nin sadece kendi çağının değil bizim çağımızın bile çok üzerinde bir anlayışa ve düşünce yapısına sahip olduğunu sonradan keşfettim. Onun tasavvufi, felsefi ve dini düşünceleri günümüz düşünce bağnazlığından çok uzakta müstesna bir yere sahip. Hangi düşüncede olursa olsun şimdilerde yeni bir şeyler ortaya koymaya çalışan her düşünür İbn Arabi'yi mutlaka ziyaret etmelidir. Hatta bir İbn Arabi Enstitüsü'nün günümüz düşünce dünyasına çok fazla şey katacağı düşüncesindeyim.</p><p style="text-align: justify;">İşte Fütûhat-ı Mekkiyye'den ilginç bilgiler ve aforizmalar; </p><p style="text-align: justify;"><i><b>Keşf aleminde cehennemi görmek istedim. Bütün yıldızlar cisimleri kararmış büyük yaratıklar olarak oradaydı. Güneş ve ay da oradaydı. </b> </i>(13. yüzyılda yıldızların, hatta güneşin söneceğinden bahseden Arabi'nin bu düşüncesinin modern zamanların kara delik ve kıyamet teorisi ile benzerliği hayret verici.)</p><p style="text-align: justify;"><i><b>Marifet arifin malıdır. Bu malın zekatı öğretmektir. Öğretmek ilahi bir derecedir. Çünkü Allah "Allah'tan korkun çünkü Allah size öğretir" demiştir.</b></i></p><p style="text-align: justify;"><b><i>İnsan üreticilikte şeytandan daha üstündür. Öyle ki kendi manevi şeytanını kendisi oluşturur. </i></b></p><p style="text-align: justify;"><b><i>İlmi veren şah damarınızdan daha yakındır. Öyleyse neden rivayetlerle tatmin oluyorsunuz?</i></b></p><p style="text-align: justify;"><b><i>Her insan kendi makamında yaratılmıştır ve ona hak katında bir makam verilmiştir. İnsan sülükle o makama ulaşır.</i></b></p><p style="text-align: justify;"><i><b>Sıradan insanlar meleklerin menzillerini (sebepleri) görür. Seçkin insanlar kendilerini. </b></i></p><p style="text-align: justify;"><i><b>Dünya kefaretlerin ödendiği, insanın içini daraltan duyusal ve akıl bakımından ona acı veren şeylerden kurtulamadığı bir yerdir.</b></i></p><p style="text-align: justify;"><i><b>Bilgi maldan daha tehlikeli bir fitne kaynağıdır. Mal seni terk eder ama bilgi ölümle bile seni terk etmez.</b></i></p><p style="text-align: justify;"><i><b>İnsanlığın yaradılışı başak burcunda gerçekleşti. Yok oluşu terazi burcunda olacaktır. Cennet ve cehenneme ikizler burcunda girilecektir. </b></i></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-7514399855511187062022-08-26T20:33:00.020+03:002022-08-26T20:57:33.652+03:00Bî-baht Olanın Bağına Katresi Düşmez<p></p><div style="text-align: justify;"> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMmcbD9F1PpUUxHT1nLuQ2aYMonMHsxPjXj1NlqlJlzugAj-4ldD1k0YV5hM_j3QdxFw9y6G8L_I-PVzYegp9m1Y3CD9npUebix9azVNpIcmwHNHVfcYeQbgrCHIf4Cu-oBQm9VTkxG7Ov31aioyG58_AqW-kZTUDXn36oufAPK2q4XZBc-lK7AnqoGw/s1062/Baran%20yerine.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="591" data-original-width="1062" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMmcbD9F1PpUUxHT1nLuQ2aYMonMHsxPjXj1NlqlJlzugAj-4ldD1k0YV5hM_j3QdxFw9y6G8L_I-PVzYegp9m1Y3CD9npUebix9azVNpIcmwHNHVfcYeQbgrCHIf4Cu-oBQm9VTkxG7Ov31aioyG58_AqW-kZTUDXn36oufAPK2q4XZBc-lK7AnqoGw/s16000/Baran%20yerine.jpg" title="Bî-baht Olanın Bağına Katresi Düşmez" /></a></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><p></p><p style="text-align: justify;">"Yok hocam, abartmıyorsunuz, şanssızlığınız dışarıdan da görülüyor" dedi.</p><p style="text-align: justify;">Hâlim herkese ayandı. Aklıma Ziya Paşa'nın Bağdatlı Ruhi'ye ait;</p><b><div style="text-align: justify;"><b><i>Bir katre içen çeşme-i pür-hün-ı fenadan</i></b></div><i><div style="text-align: justify;"><b><i>Başın alamaz bir daha bârân-ı belâdan</i></b></div></i></b><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">mısralarından mülhem,</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><b><div style="text-align: justify;"><b><i>Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez, </i></b></div></b><div style="text-align: justify;"><b><i>Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan.</i></b></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">beyiti geldi. Öyle ya, Bağdatlı Ruhi'nin dediği gibi faniliğin kan dolu çeşmesinden içmişsek, yani dünyaya bir kere gelmişsek başımızı bela yağmurundan kurtaramayız. Ziya Paşa bu durumu biraz daha müşahhaslaştırarak gökten yağmur yerine inci ve elmas yağsa talihsiz adamın bağına bir damlasının bile düşmeyeceğini ifade eder ki sanırım içinde bulunduğum durum da tam olarak buydu. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Umursamadım, karlar erimese de bahar bahardır deyip açmaya durdum. Durup dururken dürr ü güher yağmuruna ihtiyacım yoktu zaten. Ancak bana, emeğimin karşılığı olan dürr ü güher dahi nasip olmuyordu ki sanırım;</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><b><div style="text-align: justify;"><b><i>Nusha-i aşufte-i divan-ı ömrüm sorma hiç,</i></b></div><i><div style="text-align: justify;"><b><i>Hat galât, mana galât, imlâ galât, inşa galât</i></b></div></i></b><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">(Ömür defterimin değersiz sayfalarını hiç sorma, Yazımı yanlış, anlamı yanlış, imlası yanlış, yapısı yanlış) </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">veya;</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><b><div style="text-align: justify;"><b><i>Mecnun ki fena deştini seyretti seraser</i></b></div><i><div style="text-align: justify;"><b><i>Gamhaneme geldi, dedi halin ne birader</i></b></div></i></b><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">(Dünyanın çöllerini baştan başa gören, onca zorluğa tahammül eden Mecnun bile benim çile dolu evime uğradığında "bu ne haldir be birader" dedi.)</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">mısraları benim ahvalime daha uygundu. Oysa benim, şairin Veziriazam Rüstem Paşa için dediği; </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><b><div style="text-align: justify;"><b><i>Olacak bir kişinin bahtı kavî tâlihi yâr </i></b></div></b><div style="text-align: justify;"><b><i>Kehlesi dahi mahallinde anın işe yarar</i></b></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">(Kişinin iyi talihi kendine yar olunca üzerindeki bit bile onun işine yarar.)</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">kabilinden bir talih beklentim yoktu tabii ki. Ancak yokluğu bari dışarıdan görülmesindi...</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Şu Rüstem Paşa'nın talihi de ne talihmiş.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Belki tarihten, belki televizyon dizisinden malum, Veziriazam Rüstem Paşa. Kanuni Sultan Süleyman'ın damadı... </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Kendisi saraya damat olarak seçildiğinde hasımları "Rüstem Paşa cüzzamlıdır" diye bir söylenti çıkarırlar. Padişah bu söylentinin doğru olup olmadığını anlamak için hekimbaşını Rüstem Paşa'ya gönderir. Hekimbaşı Rüstem Paşa'nın elbisesinde bit bulur. Cüzzam hastalarında bit barınmadığından Rüstem Paşa'nın cüzzam olmadığına kanaat getirerek durumu padişaha bildirir. Bu olay üzerine söyleyeni belli olmayan şu mısralar halk arasında dolaşır;</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div><div style="text-align: justify;"><i><b>Olacak bir kişinin bahtı kavî tâlihi yâr </b></i></div><div style="text-align: justify;"><i><b>Kehlesi dahi mahallinde anın işe yarar</b></i></div></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Kim bilir belki de talihsizliğimiz bit eksikliğindendir. :) </div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-12064103742237396422022-08-26T08:15:00.003+03:002022-08-26T08:19:10.051+03:00Nasların Zahiri Ve Batıni Yorumlanmasına Dair<p style="text-align: justify;"> Batın gizli olmak, bir şeyin perde arkasına, esrarına vakıf olmak anlamına gelmekte olup Allah'ın isimlerinden birisidir. Kur'an ayetlerinin ve hadislerin açık anlamına dayalı yorumlar zahiri, örtülü anlamları için yapılan yorumlar batini olarak değerlendirilir. </p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Zahir ve batın konusu İslamiyet'in teşekkülünde bölünmelere yol açmış, sadece zahiri anlamı kabul eden Zahiriyye, sadece batını anlamı kabul eden Batınıyye ve her ikisini de kabul eden çeşitli fırka ve mezhepler oluşmuştur. Zahiriler “<b>Bugün sizin için dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum</b>” (Mâide 5/3) ayetini esas alarak icma, kıyas ve kısasa ihtiyaç olmadığını, sadece söylenenin veya söylenmek istenenin yeterli olduğunu, bu sebeple mezheplere de gerek olmadığını savunmuşlardır. Zahirilerin aksine Batıniler, nasların açık manalarını reddederek ayetleri ebced hesabı, harf sayısı gibi çeşitli yöntemlerle yorumlama yoluna gitmişlerdir. Bu yorumlama yöntemi ile zahiri olarak emredilen birçok ibadeti reddetmişler veya sembolleştirmişlerdir. Nasları hem zahiri hem de batini olarak yorumlayan İslam alimleri ise naslara ek olarak icma, kıyas, kısas gibi yöntemlerle İslam dininin ameli ve itikadi teşekkülüne katkıda bulunmuşlardır. </p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Fütûhat-ı Mekkiyye adlı eserinde İslam dininin bütün rükûnlarını zahiri ve batınî olarak yorumlayan İbn Arabi bu durumu varlığın ancak zahir ve batının bir araya gelmesiyle kemale ulaşabileceği şeklinde izah etmiştir. Arabi'ye göre her şeyin bir görünür tarafı(zahir) bir de ruhu vardır. Bu ruhlar batıni taraftır ancak basiret gözü ile algılanır. Bu sebeple olsa gerektir ki nasları batıni olarak yorumlamak ancak kalp gözü açık, basiret sahibi insanların yapabileceği bir iştir.</p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-73434334019872457742022-08-21T16:27:00.004+03:002022-08-21T17:20:15.894+03:00Sen Herkesi Kör, Âlemi Sersem mi Sanırsın<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWGwTIh6or3XC5eze6E7uQ3BVs7CR7Mz1swtEqHe0GE2XFWGczC26jaDP_Y45H36DvHgbdLyREsKaI7VdA9LrrJ13u1eealjjWvPZPnTYjthe8zxgOl6rnrQstZL42V-nBcJ9Pdw-PSC8RFWZ9a355d8qSjrXh9UgD3eogLaKp12PYVS05kGd7bwFxiA/s638/Ziya%20Pa%C5%9Fa.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Ziya Paşa" border="0" data-original-height="425" data-original-width="638" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWGwTIh6or3XC5eze6E7uQ3BVs7CR7Mz1swtEqHe0GE2XFWGczC26jaDP_Y45H36DvHgbdLyREsKaI7VdA9LrrJ13u1eealjjWvPZPnTYjthe8zxgOl6rnrQstZL42V-nBcJ9Pdw-PSC8RFWZ9a355d8qSjrXh9UgD3eogLaKp12PYVS05kGd7bwFxiA/s16000/Ziya%20Pa%C5%9Fa.jpg" title="Ziya Paşa" /></a></div><br /><div><br /></div><div><u><br /></u></div><u>Bu pazarın tadı, aroması Ziya Paşa'dan: </u><div><br /><b><i>Her şahsı harîm-i Hakk’a mahrem mi sanırsın<br />Her tâc giyen çulsuzu Edhem mi sanırsın</i></b><div><br /></div><div>Sen gördüğün her kişiyi Hakk'a yakın, gördüğün her taç giyen çulsuzu İbrahim Ethem gibi Hak aşkıyla her şeyi terk etmiş, hak dostu mu sanıyorsun?</div><div><br /></div><div><div><b><i>Dehri arasan binde bir âdem bulamazsın</i></b></div><div><b><i>Âdem görünen harları âdem mi sanırsın</i></b></div></div><div><br /></div><div>Bütün dünyayı arasan bin kişide biri bile gerçek anlamda adam değildir. Sen her gördüğün adam kılıklı eşekleri adam mı sanıyorsun?</div><div><br /></div><div><div><b><i>Çok mukbili gördüm ki güler içi kan ağlar</i></b></div><div><b><i>Handân görünen herkesi Hürrem mi sanırsın</i></b></div></div><div><b><i><br /></i></b></div><div>Çok mal mülk, mevki, makam sahibi gördüm ki kendisi güler ama içi kan ağlar. Sen gülen herkesi mutlu mu sanıyorsun?</div><div><br /></div><div><div><b><i>Bil illeti kıl sonra müdâvâta tasaddî</i></b></div><div><b><i>Her merhemi her yâreye merhem mi sanırsın</i></b></div></div><div><br /></div><div>Önce hastalığın, problemin ne olduğunu bil. Sonra tedaviye başla. Sen her merhemi her derde çare mi sanıyorsun? </div><div><br /></div><div><div><b><i>Kibre ne sebeb yoksa vezirim deyû gerçek</i></b></div><div><b><i>Sen kendini düstûr-ı mükerrem mi sanırsın</i></b></div></div><div><b><i><br /></i></b></div><div>Büyüklenmeye ne gerek var? Sen kendini kanuna göre hareket eden, işinin gereğini yerine getiren bir vezir mi sanıyorsun? Bir işin başında olmak başka o işe layık olmak başkadır. </div><div><b><br /></b></div><div><div><b><i>Ey mûftehir-i devlet-i yek-rûze-i dünyâ</i></b></div><div><b><i>Dünyâ sana mahsûs u müsellem mi sanırsın</i></b></div></div><div><b><br /></b></div><div>Ey dünya devleti, varlığı, malı mülküyle övünen kimse! Sen onun ebedi olarak sana tahsis edilmiş olduğunu mu sanıyorsun?</div><div><br /></div><div><div><b><i>Hâlî ne zaman kaldı cihân ehl-i tamadan</i></b></div><div><b><i>Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın</i></b></div></div><div><br /></div><div>Dünya ne zaman kendini beğenmiş, açgözlü tamahkarlardan kurtuldu ki. Hal böyleyken sen kendi zatını dünya için çok gerekli mi sanıyorsun?</div><div><br /></div><div><div><b><i>En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun</i></b></div><div><b><i>Sen herkesi kör âlemi sersem mi sanırsın</i></b></div></div><div><br /></div><div>En ummadığın kişi senin sırlarını keşfeder, seni tanır ve nasıl bir paçavra olduğunu bilir. Sen insanları küçük görüp herkesi sersem mi sanıyorsun?</div><div><br /></div><div><div><b><i>Bir gün gelecek sen de perişân olacaksın</i></b></div><div><b><i>Ey gonca bu cem'iyyeti her dem mi sanırsın</i></b></div></div><div><br /></div><div>Ey güzelliği, malı mülkü ile açılıp böbürlenen, gün gelecek sen de zeval bulacaksın. Sürdüğün bu devranın kalıcı olduğunu mu sanıyorsun?</div><div><b><i><br /></i></b></div><div><div><b><i>Nâmerd olayım çerhe eğer minnet edersem</i></b></div><div><b><i>Çevrinle senin ben keder etsem mi sanırsın</i></b></div></div><div><br /></div><div>Eğer bu dünyaya minnet edersem namerd olayım! Senin cefanla, zulmünle üzülüp kederleneceğimi mi sanıyorsun? </div><div><br /></div></div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-61586174345220581542022-08-21T10:20:00.009+03:002022-08-21T16:50:35.589+03:00Felek İle Melek Arasında<p style="text-align: justify;"> Bakmasını bilen için her perspektiften farklı görülen bir hayatı yaşıyoruz. Hakikati bütünüyle algılayacak kapasiteye sahip değiliz. Yıldızların peşine düşüp dağlara tırmananlar ulu zirvelerden müşahede ediyor hayatı. O zirvelerde yükseldikçe hayata bakış açısı değişiyor, her şey çok daha farklı algılanıyor, merak artıyor, üst üste sorular ve şüpheler birbirini kovalıyor. Yüksek zirvelerden vadilere inildiğinde hayat algısı asla eski haline dönmüyor. Cisim vadilerin uğultusuna karışsa da zihin tepelerin yalnızlığını yaşıyor. </p><p style="text-align: justify;">O tepelerde aklının, merakının, keşfinin veya şüphelerinin peşinde koşanların vadilerdeki yalnızlığı öyle bir yalnızlık ki anlatılır gibi değil. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil onlar için. Vadideki o masum duygular yerini ya yüce hakikatlere ya da korkunç şüphelere bırakmış. Her ikisi de asla vadilere sığmayacak büyüklükte. İçinde bulunduğu o büyük boşluklar, uçsuz bucaksız düşünceler ona zahiri unuttursa ve bu unutkanlıktan dolayı büyük korkular yaşasa da o bunun insana verilmiş bir nimet olduğunu kabul etmek zorunda. Çünkü onun zihnindeki hakikat çok daha büyük. Çünkü düşünce durakları zahirden çok daha tatmin edici ve mutluluk verici.</p><p style="text-align: justify;">Yüce zirvelerde hakikati müşahede etmiş bir hak yolcusu mealen şöyle der;, "Dostum, sen vehben veya kesben hakikati bulmuş olsan da zahire dönmek zorundasın. Çünkü hakikatin varlığı onun sana emirlerini zorunlu kılar. Böylece sen yasanın ve yükümlülüklerin ona ait olduğunu anlarsın. (F.M. 55. Kısım) </p><p style="text-align: justify;">Yüce tepelerden vadileri seyir zevki başka hiçbir şeye benzemese dahi safi bir zevk değildir. Tepeler sarp, yokuş, uçurumlarla dolu ve rüzgarlıdır. Hakikati müşahedeye vakit bulamadan bir uçurumdan vadiye yuvarlanmak, bir rüzgar ile savrulmak, yollarda takılıp kalmak, heba ve helak olmak bu tırmanışın kaderidir. Vehb ile keşfe çıkanlar bir dağcı gibi halatlarla, kancalarla mücehhez yoluna devam ederken teorik ilmi rehber edinenler yıldızlara bakarak yolunu bulmaya çalışır. Bu yolların yolcusu olan bir hak yolcusu der ki (İA) başarı ve başarısızlık her ikisi için de mukadderdir. </p><p style="text-align: justify;">Bir yandan sezgilerine güvenip halatlarla hakikate tırmanmayı dilerken diğer taraftan acaba hakiki yol hangisidir şüphesi ile gözlerini yıldızlardan alamayanlar bana "en iyisi hem yıldızlara bak, hem de sezgilerine güven, ikisinden de vazgeçme" diyen bir başka hak yolcusunu (S) hatırlatır. Her ikisinin de varlığından haberdar, ancak her ikisinden de mahrum felek ile melek arasındaki bu yerde işrak ve idrak, hakikat güneşinden önce mi doğar sonra mı bilinmez. </p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-77521330466949139182022-07-20T16:29:00.000+03:002022-07-20T16:29:06.815+03:00Herşey Nasıl Algılanırsa Öyle Midir?<div style="text-align: justify;"><span> </span><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgp9zd-aJHK7ODh3EGdKzVMN7VYB9-Uap0ExxOUrgnKtmGjxHuiB8iz136aJfGyHMD_YqXuslvGcnWvR8dhTlAfVDtTP1E_smn0jrnr2Cnh0RMnxSeK-uGjalOP6EtR0t-QwCAAnatT0z75aS7r3N6EIGW2OyCkee6-sR9E9eAnXnW651CBOkAp-KFjBA/s850/Alg%C4%B1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img alt="Algı" border="0" data-original-height="611" data-original-width="850" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgp9zd-aJHK7ODh3EGdKzVMN7VYB9-Uap0ExxOUrgnKtmGjxHuiB8iz136aJfGyHMD_YqXuslvGcnWvR8dhTlAfVDtTP1E_smn0jrnr2Cnh0RMnxSeK-uGjalOP6EtR0t-QwCAAnatT0z75aS7r3N6EIGW2OyCkee6-sR9E9eAnXnW651CBOkAp-KFjBA/s16000/Alg%C4%B1.jpg" title="Herşey Nasıl Algılanırsa Öyle Midir?" /></a><span><br /><br /></span></div><div style="text-align: justify;">Arabesk...</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Nedense birçok kişinin küçümser gibi baktığı müzik türü, ama aslında birçoğumuzun hayatı..</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Arabeskin babalarından sayılan Orhan Gencebay da kendi müziğini arabesk olarak nitelendirmek istemez. Kendi tarzını bir Türk müziği sentezi gibi ifade eder ki bence de Orhan Gencebay'ın müziği onun kendi sentezi ve kendi tarzıdır.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Her ne kadar yazıya arabesk ve müzikle başlamış olsam da bu yazımın konusu müzik değil. Sözlü müzik, ağırlıklı olarak sadece müzik değil aynı zamanda edebiyat ve felsefedir. Hepimizin bildiği bir çok şarkı sözü aslında bir edebiyat ürünü olarak ortaya çıkmış ve sonradan bestelenmiştir. Herhangi bir şarkıyı mırıldanırken aslında Orhan Seyfi Orhon'un, Sebahattin Ali'nin veya Cemal Safi'nin bir şiirini okuyor olabilirsiniz. Peki ya ilk defa şarkılarda duyduğumuz, şarkı sözü olarak yazılan şiirlere ne demeli? Edebiyattan, şiirden bahsederken Sebahattin Ali'yi anmam son derece normal karşılanacaktır. Peki ya Orhan Gencebay desem? "O şair değil ki mi" diyeceğiz? Onun, şiirlerini bestelediği Cemal Safi şair olmaya devam ederken, en az Cemal Safi kadar iyi, hatta felsefe ve anlam olarak Cemal Safi'nin ötesinde şarkı sözleri yazan Orhan Gencebay'ın şiirleri sadece şarkı sözü olarak mı kalacak? İşte Orhan Gencebay'a ait bir şarkı sözü ve benim yorumum;</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Bunca yıl habersiz</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Yaşadım seninle</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Bu günde dün gibi</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Dertlerimi dinle</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>6'lı hece ölçüsüyle yazılan bu şiirin Orhan Gencebay dinleyenleri tarafından pek anlaşıldığını sanmıyorum. Bence bu şiir, arabeskte görmeye alışık olmadığımız olağanüstü anlamlar içermektedir. Şiiri bir bütün olarak incelediğimizde bir "vahdet-i vücûd" anlayışı görürüz. Şiirdeki "sen" yaratıcıyı ifade eder. Hepimiz onunla yaşarız ancak çoğumuz ondan habersizizdir. Hepimiz dertlerimizi ona arz ederiz. Hepimizin zihninde dolaşan serzenişler onadır. Dolayısı ile dün, bugün ne zaman olursa olsun iç sesimizin muhatabı yaratıcımızdır.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Yaşamak sen demek</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Ölmek de seninle</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Bugün de dertlere</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Ortak ol benimle</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Yaşamak, hayat Allah'ın sübutî sıfatlarındandır. Allah hayat verir. İnsanın ölümü de ruhunun aslına rücusudur. Yani Allah'a kavuşmasıdır. Şair, bir yakarışı andıran üslubuyla tanrıya dertlerini anlatmakta ve ondan kendisini anlamasını beklemektedir.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Hepimiz Tanrı'dan</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Bir parça değil miyiz?</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Hepimiz o eşsiz</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Duygunun esiriyiz.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Hepimizin tanrının bir parçası olduğu düşüncesinin tasavvuftaki karşılığı vahdet-i vücûd anlayışıdır. Şairin, bu kıtanın ilk iki mısraındaki "Hepimiz Tanrı'dan bir parça değil miyiz?" sözleri, şiirin ilk kıtasındaki "Bunca yıl habersiz, yaşadım seninle" mısralarının muhatabının "Tanrı" olduğunu açıkça göstermektedir. Ayrıca bu kıtada şair tanrıyı eşsiz bir duygu olarak niteleyerek kendi tanrı anlayışının mahiyetine değinmiştir.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>İşte ben hep böyle</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Geceleri beklerim</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Bu sessiz dünyamda</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Aşkımda birleşirim</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Bu dörtlükte şair, tıpkı tasavvufçular gibi geceleri Tanrı ile baş başa kalma vakti olarak görmekte, herkesin uyuduğu bir zamanda uyanık ruhunun çok sevdiği Tanrı'yı daha iyi hissettiğini anlatmaktadır. Şair, bu durumu aşkı ile bir vuslat olarak görmekte ve "işte ben hep böyle geceleri beklerim" mısraları ile sürekli bu vuslatı arzuladığını ifade etmektedir.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Gayesiz yaşanmaz</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Ben ise yaşıyorum</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Ümitsiz olsa da</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Seni çok seviyorum</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Kur'an-ı Kerim insanların yaşam gayesini anlatırken "Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet diye yarattım" (Zariyat 56) buyurmaktadır. Yaratıcının bir parçası olduğuna inanan ve uzlet gecelerinde onu hisseden şair fiili ibadetlerden eksik olduğu için kendisini gayesiz ve ümitsiz görmekte ancak yine de yaratıcıyı çok sevdiğini belirtmektedir.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Mutluluk sen demek</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Sevmektir, biliyorum</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Ben böyle mutluyum</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Sana da diliyorum</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Felsefede ve tasavvufta gerçek mutluluk hakikate, tanrıya ulaşmak olarak tanımlanmıştır. Bu mısrada şair fiili ibadetlerden yoksun olmasına rağmen tanrıyı hissettiğini, onun sevgisiyle mutlu olduğunu ve ondan razı olduğunu belirtmekte, tanrının rahmetine güvenerek onun da kendisinden razı olmasını dilemektedir.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"> Ölmek de seninle</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Kalmak da seninle</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Mutluluk seninle</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Hep seninle</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Yaratılan hiçbir şey yaracısından beri değildir. Yaşam, ölüm, sevinç, keder, hepsi tanrının iradesinde var olurlar. Son mısralarda şair bu durumu anlatmak istemektedir. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Orhan Gencebay'ın birçok eserini tasavvufi bakış açısıyla yorumlamak mümkündür. Bana göre "Hatasız Kul Olmaz" şiiri günahkar olduğunu bilen, ancak dua edecek kadar bile tanrıya yönelemeyen bir kulun rabbine yakarışından başka bir şey değildir. Üstelik şair şiirin bir bölümünde "sevenlerin aşkına ne olur sev beni" diyerek hak dostlarını tanrının rızasını kazanmaya vesile yapmak istemektedir. <span> </span>Buyurun, şiiri bir de bu bakış açısı ile okuyun:</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Dermansız dert olmaz, dermana sal beni</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Kaybettim kendimi, ne olur bul beni</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Yoruldum halim yok, sen gel de al beni.</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Feryada gücüm yok, feryatsız duy beni</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Sevenlerin aşkına, ne olur sev beni</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Sev beni...</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Bu feryat, bu hasret öldürür aşk beni</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Uzaktan olsa da, razıyım sev beni</div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Razıyım sev beni...</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Bu şiirleri bu şekilde algılayıp yorumlamak sadece bana has absürt bir bakış açısı olabilir. Söz yazarı Orhan Gencebay'ın bu şiirleri yazarken gerçek amacının ne olduğunu ancak kendisi bilir. Onun bazı konuşmalarında Mevlana'dan ve tasavvuftan bahsetmesi bana bu şiiri bu şekilde yorumlama cesareti verdi. Ancak hakikat böyle olmayabilir. Algı ve bakış açısı her şeyi olduğundan çok farklı gösterebilir.</div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-59275317551992609732022-07-17T11:36:00.004+03:002022-07-17T12:14:47.565+03:00Cevri İle Bir Pazar Sabahı<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiapBQ2kYJww5JRe0BOCnh8F7TWgY8oHB8byKj7UxeCOtdl0mDWuzkXkD7jpeTbx-3FfM1b54GHSd84OQjMJ_Nb6u8iclwi8vfYG8F3vPVkRI76cCCjPYNmz1YfjHvtPMOrPQtKR_T0U-7Xr6ueinAa0yEDYV9fiSmFzyVEdUXiy5lQPsfapnR9TV7M3g/s718/nihatkasim_cevri.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Cevri İbrahim Çelebi Kimdir" border="0" data-original-height="479" data-original-width="718" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiapBQ2kYJww5JRe0BOCnh8F7TWgY8oHB8byKj7UxeCOtdl0mDWuzkXkD7jpeTbx-3FfM1b54GHSd84OQjMJ_Nb6u8iclwi8vfYG8F3vPVkRI76cCCjPYNmz1YfjHvtPMOrPQtKR_T0U-7Xr6ueinAa0yEDYV9fiSmFzyVEdUXiy5lQPsfapnR9TV7M3g/s16000/nihatkasim_cevri.jpg" title="Cevri İle Bir Pazar Sabahı" /></a></div><br /><p></p><p>Câm aldık ele gül gibi handânlığımız var</p><p>Bülbül gibi şevk ile gazel-hânlığımız var</p><p><br /></p><p>Bizim handânlığımız, mutluluğumuz maddiyata dayalı değildir. Ruhun neşvesi maddiyata dayanmaz. Bizim de mutluluğumuz gül gibi. Nasıl ki gülün verdiği mutluluk manevi bir mutluluksa biz de mutluluğu manevi iklimlerde arar ve yaşarız. İşte bu mutluluğumuzu bülbül gibi şevkle ifade etmek ve elimize kadeh (câm) almış gibi mutluluktan sarhoş olmak için gazel okuruz ki bu da yapamadığımız bir şey değildir.</p><p><br /></p><p>Azâdeyiz endîşe-i esbâb-ı hevesten</p><p>Derviş-i mücerred gibi sultânlığımız var</p><p><br /></p><p>Biz maddiyat peşinde olmadığımızdan maddiyata hevesli kişilerin sıkıntılarına sahip değiliz. Bizim bütün çıkar ilişkilerinden soyutlanmış bir makamımız var ki o makam her şeyin üstündedir.</p><p><br /></p><p>Meyhâne vü mescidde ibâdet eder olduk</p><p>Sûfî bize ta'n etme müselmânlığımız var</p><p><br /></p><p>Bizim böyle gazeller okuyarak sarhoş gibi etrafta dolaşmamızı, sonra da camilerde saf tutmamızı ayıplamayın. Bizim bu halimiz dünya sarhoşluğu değil, müslümanlığımızdandır. Biz sadece camideki ibâdât-ü taâtimizle kulluk yapmayız. Bizim her halimiz cezbe hali oldu. </p><p><br /></p><p>Tahsîl-i murâd-ı dil içün yok yere Cevri</p><p>Sarf ettiğimiz ömrü peşimanlığımız var</p><p><br /></p><p>Ey Cevri, gönlümüzün muradı olsun diye bütün ömrümüzü sarf ettik. Şimdi elde ettiğimiz bu makamla, bu sarhoşlukla anlıyoruz ve pişmanlık duyuyoruz ki heveslerimizin peşinden koşarak bir ömrü ziyan etmişiz. </p><p><br /></p><p>Cevri'nin bu gazeli yazarken gerçekten muradı bu muydu bilmiyorum ama onun bir mevlevi - melami olması beni bu gazeli bu şekilde yorumlamaya itti. 16. yüzyılın sonlarında veya 17. yüzyılın başlarında yazılan gazeldeki İstanbul Türkçesi'nin güzelliği ve ifadelerin gücü olağanüstü. Cevri gibi söylemekten zevk alan birinin iki dakikada göz atıp, okuyup geçeceği bir gazel değil bu. Nitekim ben de okuyup geçemedim ve bu gazeli yorumlayarak not etme ihtiyacı hissettim. </p><p><br /></p><p> Câm aldık ele gül gibi handânlığımız var</p><p>Bülbül gibi şevk ile gazel-hânlığımız var</p><p><br /></p><p>Azâdeyiz endîşe-i esbâb-ı hevesten</p><p>Derviş-i mücerred gibi sultânlığımız var</p><p><br /></p><p>Meyhâne vü mescidde ibâdet eder olduk</p><p>Sûfî bize ta'n etme müselmânlığımız var</p><p><br /></p><p>Tahsîl-i murâd-ı dil içün yok yere Cevri</p><p>Sarf ettiğimiz ömrü peşimanlığımız var</p><p><br /></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-54992772851998405622022-07-16T06:43:00.007+03:002022-07-20T12:09:06.867+03:00Hepimiz Küpüz! <p style="text-align: justify;"><span> </span> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkhae_n0rQjVzNR047rpnmH_adiEQwOmuyPxDfmydKWZUNcPaoMMGZbZpiTPjXrpIVf8QOED6M9k_SQMzNqyP_dF73-u-AA4ech84mU-iDhT4EbjxtevEOfmU_9CiVPatyny5uJvp4aMm2j-amcAWlg35E4nZKUZ-A-A4K0ySZRGaafR0Mf00nAzD21g/s1122/k%C3%BCp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="küp" border="0" data-original-height="748" data-original-width="1122" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkhae_n0rQjVzNR047rpnmH_adiEQwOmuyPxDfmydKWZUNcPaoMMGZbZpiTPjXrpIVf8QOED6M9k_SQMzNqyP_dF73-u-AA4ech84mU-iDhT4EbjxtevEOfmU_9CiVPatyny5uJvp4aMm2j-amcAWlg35E4nZKUZ-A-A4K0ySZRGaafR0Mf00nAzD21g/s16000/k%C3%BCp.jpg" title="Hepimiz Küpüz!" /></a></div><br /><p></p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Nedendir bilmem ama aklıma küp geldi. Eskilerin yağ, bal, turşu saklamak için kullandığı küp. Anlam veremediğim insan davranışlarına bir anlam arıyordum zihnimde. "Küp" dedim, ancak neden küp dediğimi hala bilmiyorum.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Belki de herkes bir küptür, kiminin içinde bal, kiminin turşu, kiminin sirke vardır. Yani insanlar dışarıdan aynı görünseler de aslında herkes farklıdır diye bir izah uydurdum, haklılık payım olsa da bu izah tam olmadı. Zihnimi kurcalayan bu değildi. </p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Altın küpü içini altınla doldururken turşu küpünün hakkı olan turşu tanelerine göz dikmesi, içindeki tek altınla binlerce turşu küpü alabilecekken tek turşu küpünün hakkını yemesi gibi abuk sabuk sayılacak şeyler geçti zihnimden. Çok saçmaydı.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Herkes küptür işte. Nedenini bilmiyorum ama zihnim bana hala herkesin küp olduğunu söylüyor. Küp gibi topraktan olduğumuzdan olabilir. </p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Küpü değerli kılan nedir? Kendisi mi içindeki mi? Bu sorunun cevabı basit. Tabii ki içindeki. Kendisi topraktan yapılmış çünkü. Hem de bol miktarda. Estetik bir havası da yok. Peki küpün içindeki balsa, sirkeyse, turşuysa, yağsa bunlar küpün değeri adına neyi temsil eder ki? Maddiyatı mı, yoksa karakteri mi?</p><p style="text-align: justify;"><span> Küpün </span>varlığı, küp oluşu, içindeki şeyin niteliği ile ilgili değildir. Oysa insanın niteliği karakteri ile ilgilidir. Öyleyse küpün içindeki şey küpün karakterini temsil edemez. Etse etse maddiyatı temsil eder. Bu durumda küpleri değerli yapan şey sahip oldukları maddiyattır. Bu durumda küp olmak, değerini sahip olduğun maddiyattan almak anlamına gelir ki, elhak doğrudur, değeri sahip olduğu maddiyat olan insan sayısı azımsanamayacak ölçüdedir. Fakat bu da hepimizi küp yapmaz.</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Kim bilir, küpün içindeki neyse dışına taşan da odur tarzı bir düşünceyle hepimiz küpüz dedim kendi kendime. </p><p style="text-align: justify;"><span><span> </span>İçimiz boş olduğunda daha çok tıngırdamamızdan, hoplayıp zıplamamızdan da küpe benzeme durumumuz yok değil. </span><br /></p><p style="text-align: justify;"><span><span> Helal haram bilmeden küpünü dolduranlar, küplere binenler...</span><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Belki de çoğumuz itibariyle küp gibi ağzımız dar, karnımız geniş olduğu için küpüzdür. </p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Düşündüm de topraktan yapılmış mütevazi bir kaptan ne istedim bilemedim ki. Nasıl küp oluruz ki hepimiz? Onun alçakgönüllülüğü hiçbirimizde yok. Emanet edileni onun gibi muhafaza edenimiz pek az. Onun gibi neysek o görünümlü değiliz hiçbirimiz. Kaçımız onun gibi asırları aşabiliriz ki?</p><p style="text-align: justify;"><span> </span>Yine de küpüz işte. Sahip olduğumuz varlığımız değerliyse şeklimize şemailimize bakmazlar, bize değer verirler. Gerekirse bir kazma darbesi ile kırmaktan da çekinmezler.</p><p style="text-align: justify;"><span> Küp ne alaka yahu diyen akıl ve zeka küpleriyiz belki de. Yalan yok, akıl ve zeka küpüysek eyvallah diyenimiz hayli fazladır. Fazladır da işte hepimiz öyle değiliz maalesef. Küpüz ama...</span><br /></p><p style="text-align: justify;"><span><span> </span>Bizi küp yapan ortak yönlerin ve değerlerin çok az olduğunu söyleyebilirsiniz. Ancak bizi insan yapan ortak yönler ve değerler de çok fazla değil maalesef. Çok olsa bile onlar sadece değerler olarak var, çoğumuz varlığını iddia ettiğimiz değerlerimizi yaşıyor gibi değiliz. </span></p><p style="text-align: justify;"><span><span> Açıklayamadım ama küpüz. Boyacı küpü değil ki daldırıp çıkaracak kadar açıklaması kolay olsun. </span><br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span><span> </span><span> </span>Sır küpü olmanın anlamı yok. bilen varsa söylesin. Yoksa b</span>ir daha düşünelim. Neden küpüz acaba? </p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-57855538227756473322022-07-15T15:26:00.005+03:002022-07-16T07:03:19.026+03:00Vardır Bir Hikmeti <div style="text-align: justify;"><span> <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBz5ttcuggHG8eUHyrFQlS0l4s3x0C1Hvn7z5GNpGX2jl1aV8XF_CLm55gHUEsaw3y-ZRsdNVar-zwVsphebzG5w-VXLAUwaR37597af65R-hd9dp9dnVrAIJ0qAmc5D0uG5ZlZGT6andxgu4BCwHyKGerLQAU8Xbiuf-l80TmNdgCxJmkbvGRTEvVFw/s709/hikmet.png" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Vardır bir hikmeti ne demek?" border="0" data-original-height="473" data-original-width="709" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBz5ttcuggHG8eUHyrFQlS0l4s3x0C1Hvn7z5GNpGX2jl1aV8XF_CLm55gHUEsaw3y-ZRsdNVar-zwVsphebzG5w-VXLAUwaR37597af65R-hd9dp9dnVrAIJ0qAmc5D0uG5ZlZGT6andxgu4BCwHyKGerLQAU8Xbiuf-l80TmNdgCxJmkbvGRTEvVFw/s16000/hikmet.png" title="Vardır bir hikmeti" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div></span></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Dini vecibeler zahiri yönüyle olduğu gibi mi anlaşılıp yaşanmalıdır yoksa her vecibe içinde başka hakikatler ve hikmetler içermekte midir? Eğer her vecibenin bir hikmeti ve hakikati varsa bu hikmet ve hakikatin bir vecibe ile sembolleştirilmesine neden gerek duyulmuştur? Vecibelerin kendisi hakikatlerine ne kadar yakındır? Aklın bütün bunları idraki mümkün müdür? </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>İbn Tufeyl'in Hay Bin Yakzan'ı ıssız bir adada marifetullaha erişip hakka vasıl olduktan sonra adaya gelen bir uzlet ehli sayesinde dini ve müslümanları tanır. Hay Bin Yakzan "sembol" olarak nitelendirdiği ibadetlerle bu şekilde tanışır ve Peygamber'in (SAV) neden varlığın hakikatini ve hikmetlerini insanlara sembollerle anlattığına bir anlam veremez. Nihayet insanların arasına karışıp onlara kendi bildiği hakikatleri anlatmaya başladığında insanların kendisini anlamadığını, dünyevi işlerde takılıp kaldıklarını görür ve şu karara varır. İnsanların ekseri aklen hakikati idrak edecek durumda olmadıklarından onlara hakikat ancak sembollerle anlatılabilir. Bu sebeple olsa gerektir ki Peygamber'i (SAV) varlığın hakikatini herkese ulaştırmak için sembollere ihtiyaç duymuştur. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Peki bu hakikatler ve hikmetler nelerdir? Onlara vasıl olan İbn Tufeyl'in "sembol" dediği ibadetlerden vaz mı geçmelidir? </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>İbn Arabi, bu sembollerin hikmetlerini açıkladığı "Fütühat-ı Mekkiyye" isimli eserinde birçok alimin hakikate vasıl olduktan sonra ibadeti anlamsız bularak terk ettiklerinden bahsederek o alimlerin yanılgıya düştüklerini ve kaybettiklerini söyler. Arabi'ye göre kamil kişi, zahir ile batını birleştiren kişidir. Arif, Hakk'a vasıl olduğunda Allah'ın isimlerinin birbirinden üstün olduklarını görür. Arif'in bu isimler ile hallenmesi ancak ibadet ile mümkün olur. Bu açıdan arif ibadetleri farz sayar. İbadet, tecellide isimden isime geçişin fiili halidir. İbadetle arif, emrederken emredilen, konuşurken dinleyen olur. Tevhid kapsamında yükümlülüklerin ispatı bu şekilde vücut bulur.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>İslamiyet'in hemen her rüknünü hem fıkhi açıdan hem de batını olarak yorumlayan İbn Arabi olağanüstü tespitler yapar ve kendisinden yüzyıllar sonra keşfedilen bilimsel hakikatleri anlatır. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Örneğin husuf ve küsuf namazları günümüzde bazı müslümanlar tarafından bile gereksiz veya anlamsız bulunurken İbn Arabi bu namazların hikmetlerini enfes yorumlamış, ay ve güneş tutulmasını da bilimsel açıdan izah etmiştir. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Ay ve güneş tutulmasının korkulacak bir şey olmadığını, ayın güneş ile dünya arasına girerek dünyanın güneşten aldığı ışığı kestiğini ve buna güneş tutulması denildiğini, dünyanın ay ile güneşin arasına girerek ayın güneşten aldığı ışığı kestiğini, bu duruma da ay tutulması denildiğini net bir şekilde anlatan İbn Arabi bu vakitlerde kılınan husuf ve küsuf namazlarının hikmetini şu şekilde izah etmiştir. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Ay ışığını güneşten aldığı için insanın nefsine benzer. İnsanın nefsi de ışığını Allah'tan almaktadır. Akıl hükmündeki dünya, ay ile güneşin arasına girerek ayın ışığını kestiği gibi akıl da insanın nefsi ile Allah arasına girerek nefsin Allah'tan aldığı ışığı, yani ilahi imanı perdeler. Sadece aklı rehber edinmek insan nefsinin ilahi imandan mahrum kalmasına sebep olabilir. Bu nefsin tutulma halidir. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Güneş tutulması da akıl tutulmasına benzer. Çünkü Allah, aklı kendisinden aldıklarını nefse öğretsin diye yaratmıştır. Ay konumundaki nefs, Allah ile akıl arasına girerek aklın Allah'tan alması gereken nuru perdeler. Aklın üzerine hayvani şehvet kaynağı nefsin gölgesi düşer. Aklın sadece nefsin isteklerinin peşinde koşması ona asli görevini unutturur. Bu da aklın tutulma halidir. Allah bu perdelerin ortadan kalkması için duayı farz kılmıştır. Ay ve güneş tutulmasında insanların rabbine yönelmesinin hikmeti budur.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>Bazı kesimler tarafından neredeyse -haşa- ilkel bir ibadet gibi görülen husuf -küsuf namazları daha 12. yüzyılda İbn Arabi tarafından bilimsel dayanakları ile enfes yorumlanmış ve hikmeti ortaya konulmuştur. Husuf - Küsuf namazlarında olduğu gibi tüm ibadetlerin içerdiği anlam ve hikmetler kulun cehaletini alarak kulluğu çok farklı bir boyutlara taşımaktadır. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;"><span> </span>İnsanların, her ibadetin veya ibadetin her rüknünün hikmetine vasıl olamaması yaratılış itibarı ile tabiidir. Kaldı ki bu hikmete ulaşan, keşf ilmine haiz veya teorik ilimlerde kesb ile bir dereceye gelmiş insan sayısı neredeyse yok gibidir. Ancak yine de her ibadetin veya her oluşun sadece zahiri itibari ile kabul görmediği gerçeği insanlarımızın "vardır bir hikmeti" anlayışında gizlidir. </div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-64802425453312692122022-07-13T12:19:00.005+03:002022-07-14T12:37:09.390+03:00Her İnsan İnancının Kuludur<p style="text-align: justify;"> İbn Arabi fetva konusunu anlatırken mealen her konuda bir fetva bulunmasının zor olduğunu, bir fetva bulunsa bile her insanın fetva makamının kendi vicdanı olduğundan bahseder. Nitekim kendisi de dini konulardaki hükümleri anlatırken o konudaki farklı içtihatlara yer verdikten sonra "ben de bu konuda şöyle düşünüyorum" diyerek kendi fikrini belirtir. Aynı şekilde Immanuel Kant da vicdanı tanrının insanın içindeki şubesi olarak görür. O'na göre susturulmamış bir vicdan ahlak, hak ve hakikat konusunda en doğru kararı verebilecek güce sahiptir. Bütün bu tespitler inanç ve ahlak konusunun kişinin kendi vicdanına göre şekillenebileceğini gösterir. </p><p style="text-align: justify;">Peki vicdanın şekillendirdiği inanç ve ahlak herkese göre olması gereken objektif ahlak mıdır? Vicdan her zaman hakkı görüp adaleti gözetebilir mi? Aslında vicdan karar verme mekanizması olmaktan ziyade aklın kararlarını kendi değerlerine göre yargılayan, akla yol gösterip onu yönlendiren bir olgudur. Vicdan, bencil duyguların köreltmediği, düşünebilecek kadar kendisini eğitmiş bir akla, ahlakın sınırlarını öğretebilir. Bu öğretinin niteliği kişinin eğitimine, akli melekelerini kullanma kapasitesine, düşünce yapısına ve karakterine göre değişir. Bu da ahlaki anlayıştaki farklılıkları ortaya çıkarır. Örneğin kötülük çekirdekte herkes için kötülükken dışarıya doğru genişlediğinde bazı vicdanların kötülük algısının dışına çıkarak kötü olmaktan çıkabilir. İnsanlara zulmetmek tüm vicdanların kötü kabul edeceği çekirdek bir kötülükken bunu zulmü çeşitli sebeplere dayandırarak mutlak kötülükten uzaklaştırmak ve belirli bir seviyede vicdana kabul ettirmek, hatta vicdanın isteği haline getirmek aklın, düşüncenin, vicdanın eğitimi ve kapasitesi ile ilgili bir durumdur. Çekirdekten uzaklaştıkça özden kopmayan veya koparılmayan vicdan her zaman her durumda hakikati olduğu gibi algılar ve kabul eder. Ancak ahlaken iyi çocuk olma evresini geçememiş, evrensel yargı kriterlerine haiz olmayan vicdanlar, hükümlerini değişkenlere göre verdiği için, aynı durumda çok farklı sonuçları ahlaki kabul edebilirler. </p><p style="text-align: justify;">Aklın kuvveleri ile dış dünyayı algılayan insan bu kuvvelerin algı niteliği ölçüsünde kendi inancını oluşturur. Dolayısı ile tek inanç, tek olgu, tek hakikat farklı zihinlerde milyonlarca farklı inanca dönüşebilir. Ve her birey kendi algısı ölçüsünde hakikati idrak eder ve idrak ettiğinin kulu olur. </p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2818147760763736973.post-26812531856055383422022-07-12T10:13:00.002+03:002022-07-12T10:18:55.720+03:00Ben Senin Toprağından mı Yaratıldım?<p style="text-align: justify;"> Ey dünya! </p><p style="text-align: justify;">Sen benim gözümde güzelsin. Baharın, kışın, çiçeğin, böceğin ancak benim bakışımla güzel. Sendeki esrarı çözmek için kafa yoran ve sendeki sanatı mükemmel diye takdir eden benim. Sen bütün cazibenle on binlerce yıldır zamanı öğütüp güzelliğini sergilerken ben sadece bir anlığına sana uğramış bir ziyaretçiyim. </p><p style="text-align: justify;">Ben topraktan geldiysem bu toprak senin toprağın mıydı? Toprağa döndüğümde senin bir parçan mı olacağım? Ben senden miyim yoksa bir misafir mi? Yoksa bende, beni sana bağlayan senden bir şeyler mi var? </p><p style="text-align: justify;"> Senin şatafatını anlayıp takdir edebilen tek varlık benim. Yoksa varlığının ve güzelliğinin bir anlamı olmazdı. Sendeki bu güzellik bendeki fanilikle birleşince ortaya acıdan ve mutsuzluktan başka bir şey çıkmıyor. Senin sunduğun her mutluluk zeval düşüncesi ile yaralanıyor, ölüyor. </p><p style="text-align: justify;">Sen sahip olduğun güzellikleri temaşa ve idrakime cömertçe sunarken o güzelliklere hükmetme konusunda aynı cömertliği ve adaleti sergilemiyorsun. Bir yandan her karanlığında yeni bir gün, her kışında yeni bir bahar vadedip beni oyalarken, diğer yandan da her dönüşünle zamanımı değirmen taşı gibi öğütüyor, ömrümü benden alıyorsun.</p><p style="text-align: justify;">Seni arzulamamın sebebi senin toprağından olmam olsa gerektir. Ki bu arzu hiçbir zaman bitmez. Sen verdikçe daha fazlasına ihtiyaç duyar. Nefsim yanılarak ihtiyaçların karşılanmasını mutluluk sayar. Bu sebeple gerçek mutluluğa asla erişemez. </p><p style="text-align: justify;">Benim senden olmayan bir yönüm var ki senin güzelliklerini anlayan ve takdir eden odur. Nefsim sana kul olup onu unuttuğunda hayatı senin sunduğun sahte mutluluklar ve o mutlulukların zevali korkusuyla geçer. Sen hiçbir zaman senden olmayan yönümün ihtiyaçlarına cevap veremezsin. Bu sebeple nefsim yönümü sana çevirdiğinde ve senden medet umduğunda büyük bir boşluğa düşer ve sen bu boşluğu dolduramazsın. </p><p style="text-align: justify;">Eğer senden olmayan yönüme kulak versem bilirim ki onun sana ihtiyacı yok. Ve yine bilirim ki mutluluğa ihtiyaç duyan o. O'nun mutluluğu senden değil kendisinden gelir. O kendisini bilince mutlu olur. Sana meftun olan insanın içine düştüğü boşluk senin gibi maddi değil manevi bir boşluktur. Manevi boşluk maddiyatla doldurulmaz. Bu boşluk benim senden olmayan yönümün idraki ve ilmiyle dolar. İşte o idrak ve ilim gerçek mutluluktur. </p><p style="text-align: justify;">Ey dünya!</p><p style="text-align: justify;">Bir kez daha sana baktım pencereden. Kendi penceremden. Gördüm ki o yeşil yapraklar geçen yılki yapraklar değil. Çiçeklerin görüntüsü, güzelliği, renkleri, kokusu aynı ama kendileri farklı. Farklı cırcır böcekleri aynı şarkıyı söylüyorlar bin yıllardır. O sokaklar dolusu insanlar da değişiyor birer birer. Senin kevnin fesadını unutturuyor. </p><p style="text-align: justify;">Ben biri fani biri baki, biri senden biri senin sahibinden olmak üzere iki emanet sahibiyim. Hangisini gözetirsem onunla olacağım. Ya nihayet çok arzuladığım, peşinden koştuğum sana kavuşacağım ya da senden kurtulup beka bulacağım. </p>Unknownnoreply@blogger.com0